Tarikatlar Cehennem ateşi ile korkutur, cennet vaadi ile kandırırlar. İnsanları korkutma girişimlerinde herhangi bir sınır tanımazlar. Devletin içine sızmak, sonuçta devleti ele geçirmek yoluyla mafyalaşırlar. Kadınları ve çocukları kolay hedef olarak seçer; onlara karşı her türlü kötü muameleyi İslam dininin emri imiş gibi şeyhlerinin talimatı doğrultusunda yapmaktan çekinmezler.
İslam dinini, kutsal kitabı Kur’an’ı, Hz. Muhammed’i şeytani inanç ve emellerine alet etmek en önemli özelliklerindendir. Din üzerinden insanlara egemen olmaya, onların mal ve servetlerine el koymaya ve sonunda kendi siyasi ve ekonomik egemenliklerini ilan etmeye kadar giderler.
Halkın, hatta kendilerinin bile anlamadığı akıl ve bilim dışı kitap ve keramet öyküleriyle gizemli güç oldukları sanısını tüm topluma yaymaya çalışır; anlaşılmazlıklarını otorite kaynağı olarak gösterirler.
Gizemli, muammalı, mitsel ve büyüsel anlatılarla göz boyar, insanların ilgisini çeker ve kendi dünyalarını bu yolla çekici hale getirirler.
Arapçayı sürekli “kutsal” bir dil diye öne sürer; çoğu Arapça bilmediği halde, Türkçe yazma ve konuşmalarında özenle Arapça sözcükler kullanırlar. Bu yöntem hem anlaşılmalarını zorlaştırır hem de “kutsal” dilin dinleyenler üzerindeki etkisinin artırılmasını umarlar. Kur’an Arapça inmiştir ama bunun nedeni, Arapların Arapçadan başka dil bilmemeleridir.[1] Oysa tarikatçılar, Türkçe bilenlere hitap ettiklerine göre Türkçe sözcüklere ağırlık vermeleri gerekir ki, bunu özellikle yapmazlar. “Kur’an Arapçadır, Arapça ise kutsaldır, kutsal olan dil başka bir dile çevrilemez. Çünkü hiçbir dil Arapça gibi kutsal ve yeterli değildir. Böyle olunca başka bir dile çevrilen kutsal metin ya da şeyhlerin kitapları, anlamını yitirir ve manevi havası ortadan kalkar” gibi bilim dışı, akla ziyan iddialarla “Araplar ve diğer milletler” ile “Arapça ve diğer diller” olarak insanlık dışı ırkçı ayrımlar yaparlar. Oysa hiçbir dil kutsal değildir ya da hepsi de eşit derecede değerlidir.[2] Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a üstünlüğü yoktur.
Tarikatlar, devlet içinde devlet olmayı hedefler. Fetö bunların başında gelir. Amaçları ve taşıdıkları niyet, dini bir ibadet değil, dini siyaset yolunda kullanabilecekleri bir araca dönüştürmektir. Baudrillard’ın dediği gibi, insanı ve yaşamını, gerçek dışı ve aldatıcı bir similasyona mahkûm etmektir.
Dincilik tarikatların simulakrıdır. Yani sanal kurgularıdır.
Güçleninceye kadar yoksullar, güçlendikten sonra zenginler üzerinde yoğunlaşırlar.
İnsanları en zayıf noktalarıyla yanıltırlar. Öğrenciler için iyi bir üniversite, devlette iş, toplumda saygınlık ve zenginlik, öte dünyada cennet vaat ederler. Ama bu vaatlerin hepsi de, tarikat liderlerinin kendileri için koydukları orta ve uzak hedeflerin ifadesinden başka bir şey değildir. Devlete sızan tarikatlar, bol keseden vaatlerini yine milletin sırtından yaparlar. Şeyhler cenneti bu dünyada peşin yaşarlar; kullarına veresiye cennet vaat ederler.
Felsefeyi kökten reddederler. Buna bağlı olarak düşünmenin ve düşüncenin en yaman karşıtıdırlar. Laboratuarın kapısına Thomas Edison şu uyarıyı asmıştı: “Düşünmenin zorluğundan kaçmak için insanın başvurmayacağı çare yoktur.” Esprili bir cevap şöyle geliyordu: “Bay Edison, gereken sonuçlara insanlar ulaştığı sürece insan neden düşünsün ki? Ama bana sorarsanız, gerçek emekten kaçmak için düşünmenin her boyutuna başvururuz.”[3] Ancak tarikatlar düşüncenin her boyutuna değil, hile ve kurnazlığın bütün boyutlarına başvururlar.
Düşünceyi engellemek için, düşünceye götüren bütün yolları gayri meşru ilan ederler. Düzmece dinsellikleri ile uzun süre yaşayamayacaklarını bildiklerinden, dinsellik payesi biçilen türban, sakal, tespih, takke, cübbe ve sarık temsilleriyle sanal ve düzmece bir din kurgularlar. Bu temsiller hepsinde aynı olmadığı için şekillerinde bile aralarında anlaşmazlığa düşerler. Anlamı temsillere kurban ederler. Anlamsız ve boş bir dinsellikle düzmece bir yaşam sunarlar.
Şeyhlerinin gizemli güçleri olduğunu, her şeye gücü yeten bir lidere sahip olduklarını yalanını yayarak toplumda korku ve panik yaratıp sonra da tek sığınılacak otorite olarak yine tarikatlarını gösterirler.
Son olarak bir başka yöntemlerine değineyim.
Tarikatlar Türkiye Cumhuriyeti’ne içeriden ya da dışarıdan gelen saldırılar karşısında herhangi bir tepki vermek bir yana, saldıran tarafa meyilli, bazen açıkça taraftar olmaktan çekinmiyorlar. Örneğin Fetö, PKK ile işbirliği yapmaktadır. Etnik ırkçı ve bölücü terör örgütleri ile dinci dayanışma genellikle birlikte icra-yı faaliyet yapmaktadır. Bölücü teröre karşı mücadele, onunla işbirliği yapan dinci mihraklara karşı da aynı sebat ve kararlılıkla yapılmak zorundadır.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Öncelikle dev bir bütçeye sahip Diyanet İşleri Başkanlığı, tarikatlar hakkında adli ve idari araştırmalar yanında, felsefi, siyasi, hukuki ve sosyolojik araştırmalar yapmalı, çıkan sonuçlar ışığında, Anayasal görevi olan din konusunda Türk halkını aydınlatma görevini bu doğrultuda yeniden düzenlemelidir.
Bu bağlamda Diyanet, teşkilat olarak, araştırmacı ve bilim insanı bakımından son derece zengin olduğu için, bu donanımını, ülkemizde tarikatlar neden çoğalıp güçleniyor sorusunun yanıtını bulmak için seferber etmelidir.
Bunları yapabilmesi için, tarikatlarla arasına yeterince mesafe koymalı, onları Diyanet olarak meşrulaştıracak hiçbir resmi ya da gayrı resmi davranış içine girmemelidir.
Türkiye’deki sözde tarikat liderleri, faaliyetleri, mal varlıkları, yurt içi ve yurtdışı bağlantıları bakımından incelenmeli; yasalara aykırı herhangi bir eylem tespit edildiğinde hukuk önünde hesap vermeleri sağlanmalıdır.
Başta İslam olmak üzere bütün dinler adına yalan, yanlış ve bilim dışı yazı ve konuşmalara izin verilmemeli, sorumlular önce Diyanet ve Üniversiteler yoluyla ifşa edilmeli ve sonunda hukuki olarak cezalandırılmalıdır.
Cumhuriyetimize, mevcut anayasal düzene, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne tarikatlardan gelen sözlü ve yazılı saldırılar, hukuki olarak mutlaka cezalandırılmalı; bu suçu işleyen tarikatlar (ki çoğu sürekli bu suçu işliyor) mevcut anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüsten kapatılmalıdır.
Bölücü terör örgütleriyle işbirliği saptanan tarikatlar, tepemize bomba yağdırmaları beklenmeksizin, terör suçlarından muhakeme edilip cezalandırılmalıdır.
Toplumsal hak ve adalet konusunda doğrudan ya da dolaylı olarak sebep oldukları mağduriyetler, tarikatlardan sorulmalı ve ekonomik yaptırımlar uygulanmalıdır.
Vakıf veya dernek adı altında tarikat faaliyetleri yapılmasına izin verilemez. Milli Eğitim ve Diyanet İşleri Başkanlığı izni olmadan hiçbir tarikat ya da cemaat din dersleri, Kur’an Kursu veya din eğitimi veremez, vermemelidir.
Tarikatların yurtlar, öğrenci evleri ya da kamplar yapması düşünülemez. Özel öğrenci yurtları tarikat eğitimi merkezleri olamaz.
Çocuklarımızın her türlü istismarını önlemek için yatılı Kur’an kursları uygulamasından vazgeçilmelidir. Özellikle tarikatların yatılı Kuran kursu açmaları ve işletmelerine kesinlikle izin verilmemelidir.
Yalnız Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uhde ve yetkisinde olması gereken Kuran kurslarında, felsefe, sosyoloji, İnkılâp Tarihi, vatandaşlık Bilgisi gibi, çocuklarımızı çağdaş Türkiye yurttaşı olmaya hazırlayacak dersler mutlaka konulmalıdır.
Türksüzleştirilmiş bir din dersi ya da Kuran kursu olamaz. Bütün derslerde Türk Ulus bilinci ve Türk vatanseverliği duyarlılığı yaratacak dersler konulmalıdır.
Dinsiz millet olur ama milliyetsiz din olmaz. Topraksız, vatansız, ulussuz bir din ya da dindarlık düşünülemez. Düşünülür derseniz Irak’a, Suriye’ye, Afganistan’a bakılması yetecektir. Din ancak ve ancak bir vatanda ve bir milletin sinesinde barınabilir.
Selâtin Camilerdeki bütün imam, müezzin ve kayyım kadroları en az yüksek lisans düzeyinde eğitim almış görevlilerden oluşturulmalıdır. Bunun dışındaki camilerdeki görevlilerin hepsi en az lisans düzeyinde tahsil görmelidir.
İslam dininin sahibe ihtiyacı yok ama Türk Ulusunun sahibe ihtiyacı vardır. O sahip de yine Türk milletinin tüm fertleridir. Kendi milletini korumayanın dini koruduğunu iddia etmesi, büyük bir yalandır.
Tarikatlar, andığımız resmi ve gayrı resmi yollarla zaman içinde tasfiye edilip işlevsiz hale getirilmeli ve sonunda kapatılmalıdır. Onlardan doğabilecek simülatif boşluğu, Türk Milletinin kendine özgü reformist-reel din felsefesi ile doldurmak kaçınılmazdır.
[1] Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık-seçik beyanda bulunsun. Bunun ardından, Allah dilediğini saptırır, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzlar. Azîz’dir, Hakîm’dir O! (İbrahim 14/4).
[2] Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun ayetlerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır. (Rum 30/22).
[3] Theodore Zeldin, Hayatın Gizli hazları, Çev. Aydın çavdar, Beşinci Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2021, s. 12.
güzel bir derleme olmuş.
Yüzdeyüz aynı düşüncedeyim degerli hocam.
Hocam ağzınıza sağlık gerçekleri olabilecek en yalın şekile anlatmışsınız. Bize düşen Cumhuriyet’imize ve demokrasiye sahip çıkıp onlara zarar verecek her türlü oluşumla mücadele etmektir.