Avatar
Şahin Filiz

Yaşar Nuri usturası

featured

İtalyan bilim edibi ve filozofu Umberto Eco (ölm. 2016), yayın danışmanlığını yaptığı toplam beş ciltlik “Ortaçağ” adlı yetkin ansiklopedik eserde, Ortaçağ’ın en az bin yıllık bir zaman dilimine yayıldığını vurgular.[1] Dinler, sanatlar, diller, bilimsel devrimlere öncü kıpırdanışlar, mabetler, askerler, din adamları vs her ne varsa, bu uzun çağın birikimleridir ve Ortaçağ, aşırılıkları ve mülayimlikleri ile sonra gelenlerin hem yergisini hem övgüsünü kazanmış; hakkında en çok konuşulan, yazılan, çizilen, tartışılan ilginç bir dönemdir. Antikçağ ile modern çağı yalnız zamansal ve mekânsal olarak değil, bilimsel ve felsefî içeriği ile de buluşturan bu çağ, özellikle dinlere ilişkin olarak sonrasına yoğun eleştirilerin hedefi olabilecek miras da bırakmamış değildir.

Tarih felsefesi, insanlık tarihinin her bir döneminde belirli bir paradigmanın tarih yazıcılığında nasıl belirleyici olduğunu tartışır. Ortaçağ tarihyazımının temel paradigması, dindir. Tarih, ister bir bilim, isterse -Türk filozofu Ziya Gökalp’in deyimiyle- milli bir kurgu[2] olsun, her çağ için, öznesi insan olan olayların, çevresinde döndüğü, mihenk taşı olan bir paradigmaya bağlıdır. Bin yılın, büsbütün din ya da dinlerin egemenliği altına sürüp gittiğini iddia etmek, abartılı olmakla birlikte, her olguya dinler zaviyesinden yaklaşıldığını söylemek yanlış olmaz. Ancak Ortaçağ’ın ayırıcı özelliklerinin başında din-felsefe ilişkisinin yoğunluğu vardır. Bu yoğunluk, diğer taraftan, tanrısal olanla insani olan arasında belirgin bir ayırım yapmayı güçleştirmiştir. Ama bu güçlük, felsefe aleyhine gelişirken dinin kazanç hanesini zenginleştirmiştir. Dinler, felsefenin ince yöntemlerinden yararlanarak “Tanrı”, “kitap”, “peygamber” gibi sayılı tümellerine, içi boş tekil söylemlerini tümelleştirerek yeni tümeller veya din diliyle söylersek, yeni metafizik öğeler eklemişlerdir.

Ortaçağ’da gittikçe çoğalan tümeller karşısında Ockham’lı William (ölm.1347),  “zorunlu olmadıkça varlıkları çoğaltmayınız” ilkesini geliştirerek varlıkbilgisinde tutumluluk tavrını benimser. Başka bir deyişle William, kavramlarla gerçekleri birbirinden ayırır. Bir nominalist olarak bilgi ile inanç, akıl ile iman, ad ile gerçeklik arasında kategorik ayrımları açıkça ortaya koyduğu için, Ortaçağ’dan beri bu yöntemi “Ockham Usturası” olarak bilinir. William, kategorik ayrımı, nihayetinde din ile felsefe ve bilimin kendi alanlarına çekilmesi için gerçekleştirir. Nominalizmin, yani Acılığın Ortaçağ’daki en önemli temsilcisi olarak, dini, felsefe ve bilimden ayırdığı için bu yöntemi ustura adını almıştır.  Tanrı ve melekler gibi gayri maddi varlıklara kesinlikle inanmasına rağmen, metafiziksel tümelleri reddediyordu. Tümeller olduğuna inanmasa da beyazlık, insanlık gibi soyutlamalara inanıyordu. Aynı zamanda bir Fransisken papazı olmasına karşın, Papa’nın mutlak egemenliğine karşı çıkmış; onun usturası Martin Luther’i ve Protestanlığı hazırlamış, nihayet sekülarizmin ve Rönesans’ın ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır.[3]

“Yaşar Nuri’nin Usturası” veya “Yaşar Nuri Usturası” başlığını, Ockham’lı William’ın yönteminden hareketle seçtim. Dinleri, yaşadıkları zaman ve mekân farklı olsa da iki filozofun, Ortaçağ’dan kalma tümeller konusunda tuttukları yöntem birbirine çok benzemektedir. Yaşar Nuri de tıpkı Ockham’lı William gibi, Ortaçağ’da “gereksizce çoğaltılmış, tutumsuz tümeller yığınına karşı”, “zorunlu olan tümeller” dışındakileri ustura yöntemiyle ayıklamada sanıldığından daha başarılıdır. Yetmişten fazla eserinde ve belki yüzlerce makale ve yazısında William’ı andığına rastlamış olmasam bile, Yaşar Nuri, adeta bu Fransisken İngiliz filozofu ile neredeyse aynı yöntemi benimseyerek Ortaçağ’dan kalma “zorunlu olmayan tümeller”e karşı çıkmış; adlarla tikeller arasında o çağdan bugüne hala süren çekişmeyi, gerçeklerin, tikellerin yanında yer alarak etkin bir şekilde ülkemizde sürdürmüştür. Yaşar Nuri de William gibi, Tanrı, melekler, inancın temel ilkeleri tarzındaki soyutlamalara inanıyordu. Eserlerinde bu inancını açıkça dile getirdiğini ve sık sık vurguladığını biliyoruz. Ancak bu mutlak soyutlamalara iliştirilen ve Ortaçağ’dan Modern zamanlara kadar çoğaltılan “zorunsuz ve gereksiz” varlıkları; semboller, adlar, kavramlar ve nitelikleri teolojik usturasıyla temizlemek için bütün yaşamını seferber etmiştir.

Başka bir tabirle söylemek gerekirse, çağımızın Ockham’lı William’ı Yaşar Nuri, din ile felsefeyi ve bilimi birbirinden ayırmak için ilahiyat, hukuk, siyaset, tarih, mantık ve felsefeden oluşan güçlü donanımını etkin bir yazı ve söz diline aktarmıştır. Yaşar Nuri, İslam dininin temel gerçekleri etrafında oluşturulmuş sözde-tümellerin yalnızca dalar, semboller ve yorumlardan ibaret, gerçek-dışı soyutlamalar olduğunu göstermektedir. İslam adına uydurulan bu “gereksiz”, “fazlalık” sözde-tümellerin mantıkçı ampirizm açısından herhangi bir karşılığı yoktur. Ona göre, karşılığı olmayan bu sözde-tümeller, ısrar ve inatla, siyasi ve ekonomik rüzgârdan güç alarak varlıklarını dayatmaktadır. Gerçek değildirler; gereksiz ve üstelik zararlıdırlar.

Yaşar Nuri’nin usturası, bütün eserlerinde etkindir. Ancak ben bu yazının sınırlarına gereken özeni göstereceğim için, örnek olarak seçtiğim birkaç kitabını izleyerek usturasının nasıl işlediğini tartışacağım.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE YÖNELİK KARALAMALARA KARŞI YAŞAR NURİ USTURASI

Yaşar Nuri, İmam-ı Âzam’la ilgili gerçek-dışı yerleşik sözde-tümellere karşı mücadele ederken, yarı-pozitif bilim kabul edilen tarihsel gerçeklikleri tespit eder. İmam-ı Âzam ile Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar arasında tarihsel gerçeklikler -metafiziksel zorunsuz ve gereksiz tümellere değil- açısından ortak paydaya işaret eder.

İmam-ı Âzam da Atatürk de adaletsizliğe, hurafelere, gerçek-dışılığa ve haksızlığa karşıdırlar. Yaşar Nuri’ye göre, “ Türk Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet devrimlerinin öncüsü olan Atatürk, İmam-ı Âzam’la adeta ‘iman ikizi’dir. Gazi’nin İmam-ı Âzam’dan adeta miras alıp benimsediği ‘zulme karşı mücadele’ zihniyeti, onu, Hz. Peygamber’,n temel özelliğinin ‘esaret tanımama’ ve temel mucizesinin de Bedir Savaşı olduğu fikrine götürmüştür.”[4] İkisi de bu kutlu mücadelelerinde akıl almaz iftira, kin ve hasete maruz kalmışlardır. Oysa onur, isyan ve bağımsızlık ilkeleri bu gibi yüksek karakterlerin temel nitelikleridir. İkisi de, riyaya, cehalete, teslimiyete ve onursuzca yaşamaya hayatları pahasına karşı çıkmışlardır. Ana dilde ibadet, akılcılığı ilke edinme, Araplaşmayı reddetme, dinciliğe karşı savaş, kadına özgürlük, evrensel hukuka ve insan haklarına saygı… hem İmam-ı Âzam hem de Atatürk’ün vazgeçilmez prensipleridir.[5]

Yaşar Nuri, işte bu ilke ve esasların tam tersinin egemen olduğu modern çağımızda, çok yönlü bilimsel ve felsefi yetkinliği ile sözde-soyutlamaları bilgi ve mantık usturasıyla kazımaya çalışmaktadır. Usturası, özellikle ‘Allah ile aldatma’ aracı olarak kullanılan “gereksiz, zorunsuz ve gerçek-dışı” sözde-tümellere karşı işleyerek daha da belirginleşir.

Aydınlıkçı Türk filozofu Yaşar Nuri’nin usturası, bu aldatmaları bilimsel gerçekliklerden birer birer ayırmaya koyulur. Özellikle İslam adına İslam’ı çepeçevre kuşatan çağımız modern iddialarının, gerçekleri değil, simge ve sesleri temsil eden hurafe, yalan, iftira ve örgütlü cehaleti, mutlak dini hakikatler’ gibi sunduğunu belirlemekte, her birinin gerçek karşılıklara sahip olmadıklarını göstermektedir.

ŞEYTANIN ORDULARINA VE ŞEYTANIN EVLİYASINA VURULAN USTURA

Kur’an’a ve Kur’an ilimlerine derin vukufiyeti bulunan filozofumuz, Kur’an’da “Şeytanın evliyası”, “hizbu’ş-şeytan”, “şeytanın orduları” olarak geçen; görünüşte dinden yana ama gerçekte İslam’a düşmanlık eden kişi ve grupların yaydıkları gerçek dışı söylentilerini eleştirir. Birtakım uyarılarda bulunur. Adları farklı olsa da hepsi de “şeytan” yani yalan ve yanlışın savunulmasında birdir. Sünnet adı altında Arap-Emevî örflerini dindenmiş gibi gösterip hakikatin üstünü örtmek, genel ahlak ilkelerini çiğnemek, yalanı doğru, sahtekârlığı dürüstlük olarak sunmak, bu grupların ortak özelliğidir. Yaşar Nuri usturası, bu örgütlü cehalete karşı, her düzeyden insanı uyanık olmaya çağırır. Çünkü şeytan, gerçekleri gizleyerek ürettiği yalanları, masumane bir şekilde yayar. Bu aldatmaca, Allah ile aldatmanın kimliğinin deşifre edilmesiyle ortaya çıkar. “Allah ile aldatma” kavramsallaştırmasını kendisine borçlu olduğumuz Yaşar Nuri, şeytan grubunun insanlarının, şeksiz inandıkları dine yalan söyleterek gerçek dini kararttıklarını; eğriyi doğru, doğruyu eğri göstermek için algı operasyonundan vazgeçmediklerini vurgular. Dine ilişkin bütün hakikatler, bu yöntemle ters yüz edilir:

“Dinde olmayan birçok haram, sevap, dokunulmaz alan, kural, ibadet icat edilmiştir. ‘Dindarlık’ yapay kutsallara saygıyla eşitlenmiştir. Bu durumda, Allah ile aldatanların anladığı anlamda ‘dindar’ olduğunuzda gerçek dinin dışına çıkarsınız. Onların anladığı gibi ‘dindar’ olmadığınızda ise ‘dinsiz’ diye damgalanırsınız. Tezgâh işte böyle kurulmuştur.”[6]

Yaşar Nuri usturası, bu sahtecilik pazarlayan tezgâhı bu ifadelerle bozar.

Yaşar Nuri, Allah ile aldatma yöntem ve araçlarının temellerine kadar iner. Takdirkâr ifadelerle bahsettiği fıkıh bilgini Ebu Hamza el-Harici (ölm. 747)’ye dayanarak Allah ile aldatmanın üç dayanağına dikkatleri çeker. Bunlar Havel, Düvel ve Değel’dir.  İslam’ı, Tanrı’nın gönderdiği din olmaktan çıkarıp bir siyasal, ırksal, ekonomik bir sömürünün kutsal aracı haline getiren zihniyet ve soy (Kur’an’a göre lanetlenmiş zihniyet-soy), bu dayanakları işleterek gerçeğin etrafında aldatmaca duvarları örer. Havel, köleleştirmek; düvel, halkın malını saltanat elde etmek için kullanmak ve değel ise, bir değeri veya kurumu pusu kurmak amacıyla kullanmaktır. Filozofumuz, her üç yöntemi de birlikte kullanan ve Atatürk Cumhuriyeti’ni kendi çıkarları için yerle yeksan etmeye programlanmış sözde-sivil kuruluşlar adı altında gittikçe sayıları artan cemaat ve tarikatların, benim tabirimle (ŞF) “emperyalizmin silahsız kuvvetleri” olduğunu vurgular. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve insanlığın kâbusu olan radikal dinci hareketleri, cemaat ve tarikatları sayar. 15 Temmuz 2016’da Türkiye’yi emperyalistlere silahla, kanla, katliamla teslim etme cür’eti gösteren Fethullahçılığa özellikle dikkatlerimizi çeker. Benim de aralarında bulunma onuruna eriştiğim bir elin parmakları sayısınca Türk aydını dışında çoğu insanın suskun kaldığı, hatta aktif ya da pasif bir şekilde desteklediği Fethullahçılığın, vatan ve ülke katili bir terör örgütü olduğunu yine Yaşar Nuri’nin ‘Allah ile aldatma’ bahsinde konu edildiğine tanık olmaktayız.[7]

Aydın, ülkesi ve ulusunun geleceği için ışık olabilen; ülkesi ve ulusuna taraftar olma onuru taşıyan bir görev insanıdır. Bu uğurda canını, malını ve her türlü şahsi çıkarını hiçe sayabilecek erdem ve fazilete sahip olma cesaretini gösterir. Bu ayrıcalık, ancak Yaşar Nuri gibi sayılı birkaç Türk aydınına ve filozofuna münhasır kalmaktadır.

Din etrafında üretilen sahtecilikler, ülkemizde kavram ve fikir karmaşasına yol açmaktadır. Ockham’lı William, Ortaçağ’da bu karmaşayı din ile felsefeyi birbirinden ayırmaya girişerek ustura yöntemiyle önemli ölçüde sona erdirmeyi başarmıştı. Çağımızın Türk William’ı Yaşar Nuri ise, ısrar ve inatla birbirinin yerine kullanılan kavram ve bu kavramlara bağlı iddiaları kendi usturasıyla açıklığa kavuşturma savaşı vermiştir.

DİNDARLIĞI DİNCİLİKTEN TEMİZLEYEN USTURA

Türk İslam filozofu Yaşar Nuri, din olgusunu çepeçevre kuşatmış kavram kargaşasına müdahale eder. Başta, din sorununda usturasını işletir. Cumhuriyet değerlerinin din kavramına yüklenen olur olmaz yorumlarla aşındırıldığı açıktır. Önce İslam dini kavramıyla işe başlaması doğaldır. Hemen her eserinde “Kur’an’a dönüş”, “Kur’an dini” , “Kur’an İslam’ı” kavramlaştırmalarıyla, uydurulan dinin birbirine karıştırıldığı gerçeğini gözler önüne serer. Buna bağlı olarak dindar ve dinci kavramlarına açıklık getirerek, her düzeyden insanın anlayabileceği bir üslup kullanır. Sahih dine inanan; ondan herhangi bir siyasi, ekonomik ve kişisel çıkar beklentisi gütmeyen insan, ona göre dindardır. Dinci ise, tam tersidir. Amacı, dine inanmak ve onun hakikatine göre hayatını tanzim etmek değil, aksine, dini hem hakikatinden saptırmak, hem de bu tür çıkarlara paravan olarak kullanmaktır.

Filozofumuzun dinciliği nasıl tanımladığına bakalım:

“Dincilik (veya siyaset dinciliği); dini, çıkar, koltuk, baskı, egemenlik aracı yapan bir sanayi koludur. İşin esası bakımından ne dini vardır ne de imanı. Onun dini imanı, ibadeti hep çıkarı ve hesabıdır… Dincilik, tarihin en verimli, ama en zalim iş kollarından biridir. Dinci ise bu sanayi kolunu meslek edinmiş olanların adı-unvanıdır.”[8]

Ona göre, dindarlığın dincilikle herhangi bir ilişkisi yoktur. Hatta bu kavramlar yer ile gök kadar birbirinden farklıdır ve birbirinin zıttıdır. Dindar ile dinci arasındaki farkları çok açık biçimde ortaya koyarak iki kavramın açıklığa kavuşturur:

“Dindar, ‘yaratılanları Yaratan’dan ötürü’ sever; dinci ise yaratılanları Yaratan’dan nefret ettirmek üzere rahatsız eder… Dindar, düşmanlarının bile kendisinden emin olduğu kişidir. Çünkü o, rahmet insandır. O bilir ve inanır ki, bağlısı bulunduğu Hz. Muhammed hem âlemlere rahmettir; hem de Emin (güvenilir kişi) unvanına sahiptir. Dindar, muazzez Peygamberinin bu niteliklerine gölge düşürecek tavırlardan uzak durmayı hayatının en önemli işi bilir… Dinci, çıkarına ters düşen hiçbir şeye ve hiçbir kişiye vefa göstermez… Dincinin belirgin niteliklerinden biri de sürekli bir biçimde başkalarının dini-imanı hakkında hüküm vermektir. Dinci, Allah’ın kulları ile uğraştığının onda biri kadar Allah’a kul olmak için uğraşsaydı dünya cennete dönerdi.”[9]

‘MİLLET’İ ‘ÜMMETÇİLİK’TEN İSLAM’I ŞERİATÇILIKTAN TEMİZLEYEN USTURA

Batılı sömürgeciler, Yaşar Nuri’ye göre, “getto İslam’ı” yaratarak[10] Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmişlerdir. Allah ile aldatmanın başlangıcını oluşturan Emevî-Arap dinciliği[11], millet yerine ümmet, İslam yerine şeriat aldatmacalarıyla özellikle Türk milletini kimliksiz, kültürsüz ve tarihsiz bırakmanın dinsel bir gerekçesi olmuştur ve hala geçerliliğini korumaktadır.

İslam yerine şeriatın ikame edilmesi de aynı amaca hizmet etmek üzere kurgulanmıştır. Yaşar Nuri, günümüzde bile muhafaza edilen “Şeriat İslam’dır” sloganının hiçbir anlamı olmadığını kanıtlar. İslam bir dindir; şeriat ise mezhep kabulleriyle, nihayet fıkıhla eşitlenebilir. Bu gerçeğin altını çizer:

“ Şeriat’i İslam’la eşitlemek isteyen anlayış, birçok kabulünün Kur’an’la ve zamanla çeliştiği anlaşılmış bulunan örfleri din yapmayı amaçlayan anlayıştır. Bu anlayış, önce, şeriatla dini eşitlemekte, sonra da devrini bitirmiş fıkıh kitaplarındaki akıl ve Kur’an dışı birtakım kuralları, din diye halkın önüne koymaktadır.”[12]

İslam fıkhı demek olan şeriat kavramının, din demek olan İslam’la bir tutulması, “İslam devleti” gibi temelsiz iddialara gerekçe olarak sunulmaktadır. Şeriatı İslam’la bitiştirip din devleti, şeriat devleti diye uydurulan tezleri eleştirir. Yaşar Nuri, usturasıyla ayırıp açıklığa kavuşturduğu bu kavramları yerli yerine koyar ve der ki:

“Kur’an, getirdiği dinin İslam olduğunu vurgular. Şeriatı bir devlet şekli gibi sunuyorlar. Oysaki Kur’an, ima yoluyla bile bir devlet şekline temas etmiyor. Onu insan aklına bırakmış. İslam devleti tabiri, siyasal İslamcı istismarın bir uydurmasıdır. Kur’an’da böyle bir tabir yok. İslam evrensel ve ölümsüz ilkeler bütününün adıdır. O halde İslam’ın devleti olmaz, Müslümanların devletleri olur. Gerçek bu olunca da onlarca, yüzlerce devlet şekli bulunacaktır.”[13] Atatürk, başta bu aldatmaca olmak üzere, Allah ile aldatmanın her şeklinin yolunu kesen bir liderdir.[14]

MUHAFAZAKÂRLIK NEYİN NESİ?

‘Yaşar Nuri usturası’ndan payını alan ‘uydurulmuş din’in yaygın kavramı, muhafazakarlıktır. “Şeriat”, “İslam devleti” gibi siyasal dinciliğin propaganda sembolleri yerine, Türk halkına daha ‘sıcak’ geleceği düşünülen muhafazakârlık, Yaşar Nuri’ye göre tam 70 yıldır Allah ile aldatanların dillerine pelesenk ettikleri bir söylemdir. Muhafazakâr demokrasi de, ona göre bir tüp bebek İslamı’dır. Tarihsel kökü, Emevîlere dayanır.

Kur’an, muhafazakârlığa ve muhafazakâr İslam’a yer vermez. Muhafazakâr mantığa göre, eski, hep iyilerin ve hayırların toplamıdır. Oysa eskinin sanıldığından daha kötü bir geçmişi vardır ve İslam adına bunları sahiplenmek, İslam’ın ve Kur’an’ın ruhuna taban tabana zıttır. Yaşar Nuri’ye göre muhafazakârlığın karşıtı, Kur’an’da, hanifliktir. Hanif, atalar dinine başkaldıran devrimci demektir. Zaten İbranice’de hanif, zındıklık ve atalardan dininden sapmadır. Yani, muhafazakâr hanifin tam tersi anlamdadır. Muhafazakâr, hanif olmayandır; atalarının dininde sabit kadem bir hurafecidir.[15]

Türk usturası Yaşar Nuri, siyasetle dini kesin çizgilerle birbirinden ayırır:

“Siyaset, insanın tavrıdır. Bu anlamda Kur’an mümini de siyaset yapar. Ama bunu yapma hakkı, o kişiye İslam’a sıfat ekleme yetkisi vermez. İslam İslam’dır… Din anlamında İslam, Allah’ın faaliyetlerinden biridir; siyaset ise insanın faaliyetidir… Siyasal İslam adına hareket eden köktenci hareketler belirgindir ve dikkat çekici politik etkiler yaratır. Ne var ki bu hareketler, görünenden çok derin ve engin olan dinsel eğilimlerin sadece yüzeysel dalgalarıdır. (Huntington, The Clash of Civilizations, s. 96). Bunun içindir ki siyasal İslam, din adına ortaya çıkarıp temsil ettiğinden çok fazlasını ve çok daha önemlisini boğup yok etmiştir.[16]

Muhafazakar İslam mantığı, Kur’an’a ve İslam’a aykırı olarak, her konuda olduğu gibi kadın konusunda da hakikatlerin üstünü örtmüş; kadını İslam dünyasında aşağılayan bir literatür oluşturmuştur. Yaşar Nuri, klasik ve modern İslam bilimlerine olan vukufiyeti ile kadın sorununa eğilmeden edemezdi. Nitekim onun Kur’an’a dayalı, ustura kadar keskin ve derin bilgisi, kadın üzerinden oluşturulan sözde-dini anlayışlara meydan okumuştur.

“Allah ile aldatma zulmünün en ağırları kadın ve kadın hakları konusunda işlenmektedir. İslam dünyası bu bakımdan bir ‘cehennem manzarası’ arz ediyor. Türkiye’de bugün kadın, özellikle örtünme meselesinin istismarı[17] aracılığıyla, Allah ile aldatma aracı gibi öne çıkarılmaktadır… İslam dünyasında kadın haklarıyla ilgili bugünkü kabullerin tamamına yakını, vahiy kaynaklı tespitler değil, Hıristiyan konsillerinin kararlarını andıran ulema fetvalarıdır.[18]

“Helal kesim”, “Hile-i Şer’iyye” gibi kavramlarla aldatılan masum dindarlar, din namına uydurulan bu ticari ve hukuki kavramlar yoluyla aldatılmaya devam etmektedir. Filozofumuz helal gıda söyleminin kalpazanlıktan başka bir şey olmadığını belirtir. “Oysaki değil bir mezhebin fetvası, Ehlikitap diye anılan Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri etler, hiçbir kayıt ve şart aranmaksızın yenir; helaldir.”[19]

Hile-i Şer’iyye, “Allah ile aldatmanın şeriat kılıfı”dır. Yaşar Nuri, bu hukuki ve ahlakî hile yolunu, hikmet-i teşriiyeden ayırır: “ Hikmet-i teşriiye ile hile-i şer’iyyenin yer değiştirmesi, Kur’an gerçeğinden nasiplenmenin yolunu tıkayan bir zulümdür.”[20]

Hile-i şer’iyye, dinciliğin “kitabına uydurma, gerçeği eğip bükme ve pratik çıkarlara fıkhı kullanarak kılıf arama”nın adıdır. Oysa hikmet-i teşriiye, Kur’an’ın hükmettiği açık ve seçik meselelerde ilahi anlamın derinliğine işaret eder. Başka bir deyişle, meşruiyet kılıfı uydurmak yerine, “uyulacak ve uygulanacak kural ve buyruğun akıl ve din açısından gerekçelerinin bulunmasını gerekli görür”.[21]

DİNCİLİĞİ LAİKLİKTEN TEMİZLEYEN USTURA

Din bilgini ve yetkin bir hukukçu kimliği yanında, filozofumuz, Osmanlı ve dünya tarihini, modern sorunlar açısından yeniden yorumlayacak birikime de sahiptir. Son dönem Osmanlı tarihinden Cumhuriyet tarihine intikal eden dinî, hukukî ve tarihsel sorunları kendine has diyalektik yöntemiyle analiz eder. Dünyadaki dinci hareketleri çok yakından bildiği anlaşılmaktadır. ‘Atatürk Cumhuriyeti’ne yönelik emperyalist dinci söylemlerin en çok laiklik karşıtı mugalatalarına bilimsel, felsefî ve kültürel ustura vurur.

Sürekli yinelediğim bir sözüm vardır: “Laiklik, özellikle İslam dünyasında, Müslümanı Müslümandan korumaktır.” Başka bir türlü denilirse, laiklik, Müslümanın diğer Müslümanın elinden, dilinden ve davranışından emin olmasını sağlayan bir insani sözleşmedir.

Filozofumuz ülkemizde laiklik karşıtı eylem ve söylemlerin Allah ile aldatmanın tehlikeli bir boyutu olduğunun altını çizer.  “Allah ile aldatanların ilk saldırı hedefleri ve din adına en çok sövüp saydıkları değer, laikliktir”. Nedenini şöyle açıklar: “Çünkü Müslüman dünya için uyanış, diriliş, demokrasi ve özgürlüğün ilk şartı laikliktir… Allah ile aldatanların Atatürk karşıtlığının sebebi de Atatürk’ün asırlardır beklenen uyanışı getirmiş olmasıdır.”[22] Ahmet Taner Kışlalı’dan yaptığı alıntıda, laiklik karşıtlığı noktasında sağ yobaz kanatla sol yobaz kanatın birleştiğini vurgular. İlki, laiklik yerine dini, ikincisi de din yerine laikliği tercih eder. Oysa filozofumuz “çare,  Muhammed ile Mustafa’nın birlikteliğini, tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, kurmaktır”.[23]

SONUÇ

Türk usturası filozof Yaşar Nuri, uzmanlık alanının genişliği ve derinliği ile çağımız Türk-İslam düşüncesine damgasını vurmuştur. Yalnız Türkiye’de değil, neredeyse dünyanın her köşesinde adından söz ettirmiş; eserleri çeşitli dillere çevrilerek görüşleri dikkatle ve ilgiyle takip edilmiştir. Hatta yurtdışında daha fazla yankı uyandırmıştır. Vefatıyla birlikte bıraktığı ölümsüz eserleri, İslam dini ile laiklik barışını yeniden tesis edebilecek genç aydınlar tarafından okunacak, değerlendirilecek; fikirleri eleştirilerek daha ileriye taşınacaktır.

Macit Fahri’den çevirdiğim “İslam felsefesi, kelamı ve Tasavvufuna Giriş”[24] adlı eserinde, Fahri, İslam düşüncesinin üç temel daldan meydana gelmiş olmasını, çalışmasının başlığı olarak seçmiştir. Bu tercih boşuna değildir. Gerçekten de İslam düşüncesi, felsefe, kelam ve tasavvuftan doğmuştur demek, yanlış olmaz.

Yaşar Nuri, İslam düşüncesinin bu üç temel kaynağına klasik ve modern yönleriyle vakıf bir din bilgini, sosyoloji, hukuk, psikoloji ve siyaset biliminde de bu vukufiyete sahip bir düşünürdü.  Din bilimleri ile insan bilimlerini birleştiren derinliği ile keskin bir felsefe usturasına sahipti. İslam dinini, Kur’an’ın vahyedilişinden bu tarafa sarıp sarmalayan tefsir, fıkıh, hadis, kelam gibi din bilimlerini eleştirerek Türkiye’de hem aydınların hem de halkın anlayacağı düzeyde açıklamış; “anlaşılmazlık” sütresi ardına gizlenen İslam hakikatlerinin herkesin aklı ve mantığına sunmayı başarmıştır. Tartışmaların en yoğun olduğu tasavvuf alanında, hiçbir keskin ve önyargılı tutumu benimsememiş; onun Türklere özgü bir din yorumu olduğunu vurgulayarak, “Milli Türk ahlakına bir yol “ olabileceğini işaret etmiştir. Tasavvuf, diğer Müslüman halklardan farklı olarak neredeyse sadece Türklere ait bir ahlâk yorumudur, diyebilirim. Ancak Yaşar Nuri’nin tasavvufu getirdiği bu nokta, daha ileriye götürülmeye muhtaçtır. Kanaatimce tasavvuf, Türk milli ahlakının en önemli kaynağıdır. Bu kaynağın kavramsallaştırılmaya ve sistemleştirilmeye ihtiyacı vardır.

Geleneksel İslam fıkhının bugünkü Müslümanların sorunlarını çözmeye yeterli olmadığını somut örneklerle göstermiş olması, Yaşar Nuri’nin başarılarından bir diğeridir. Ancak yeni bir fıkha ve çağdaş bir İslam hukuk felsefesine doğru çalışmalar yapılması gerekmektedir.

Felsefe tarihi ve felsefe yapma yöntemleri konusunda filozofumuzun pek çok çağdaşına göre daha donanımlı olduğu kuşku götürmese de, dini bilgileriyle ile insan bilimleri bilgisini birleştirip çağdaş sorunların çözümüne katkıda bulunabilecek bir felsefî görüş ortaya koymayı nihai amaç olarak belirlediğini, eserlerindeki satır aralarından çıkarabilmek mümkündür. Nitekim “Tanrı’dan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç Deizm”[25] başlıklı çalışmasını, bunun ilk basamağı olarak yorumluyorum. Ne var ki, bugün, Türk aydınlarının, onun çalışmalarını aziz ilmi ve ahlaki mirasını sahiplenerek devam ettirmesi, Atatürk usturalarının Yaşar Nuri ile sonlanmadığını göstermek açısından, ilmî-irfanî bir görev olarak telakki edilmelidir. Post-Yaşar Nuri aydınlanma hareketi, bu geçişin adı olacaktır.

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, çağdaş bir Türk filozofuydu. Ölümüyle Türk ve İslam Dünyasından parlak bir yıldız kaydı.

Son nefesine kadar Atatürk Cumhuriyeti’nin bilim, akıl ve çağdaşlaşma yolunda karanlıklarla mücadelesine bütün varlığıyla katıldı. En çok, Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi gibi özgürlükçü, aydınlanmacı ve şeffaf yayın organlarında Türk halkı için aydınlatıcı bir meşale olmaktan mutluydu.

İslam şeref ve haysiyetini, kendi onursuzluklarıyla karartmaya çalışan sözde din adamlarının korkulu rüyası Yaşar Hoca… Işıklar içinde uyu. Atatürk Cumhuriyeti için ömrünü vakfettiğin aydınlanma mücadelesinin takipçisi ve neferi olarak bayrağı bizler devralıyoruz.

Hakk’a 22.06.2016’da yürüyen Yaşar Nuri Öztürk, çağdaş bir İslam bilgini ve aydınlıkçı bir Türk filozofuydu. Ölümüyle Türk ve İslam dünyasından parlak bir yıldız düştü. Son nefesine kadar Atatürk Cumhuriyeti’nin bilim, akıl ve çağdaşlaşma yolunda karanlıklarla mücadelesine bütün varlığıyla katıldı. Birbirine zıt her türlü siyasi atmosferde yaşadı, ama hiçbir zaman fikir ve düşüncelerinden ödün vermedi. O, düşünce hazinelerinin anahtarıydı. Cehalet ve her türlü yobazlığa, din simsarlığına ve ahlaksızlığa karşı gücünün ötesinde savaştı.

Yalnız Türk halkını değil, tüm İslam âlemini aydınlatmak için birbirinden değerli kitaplar yazdı, televizyon, radyo programları yaptı, konferans, seminer ve panellere katıldı. Bir insan gücünün sınırlarını sonuna kadar zorladı. Ama herkesin tahammül edemeyeceği bu mücadele temposundan bir gün olsun şikâyetçi olmadı. Hiçbir mevki, makam, zenginlik Yaşar Hoca’ya, aydınlatma savaşından daha sevimli gelmedi. Yaşar Nuri Öztürk, Türk aydınlanmasının öncüsüydü. Atatürk Cumhuriyeti’nin yılmaz, korkmaz ve geri adım atmaz nadir savunucularındandı. O, İslam şeref ve haysiyetini, kendi onursuzlukları ve haysiyetsizlikleriyle karartmaya çalışan dinci ekiplerin korkulu rüyası, gerçek dindarlığın resmini çizebilen gerçek bir dindar, gerçek bir din âlimiydi.

DÜŞMANLARI BİLE SAYGI DUYARDI

Kurtuluş Savaşı dönemini aratmayacak bu bunalımlı günlerimizde, Yaşar Nuri, bir Farabi, bir İbni Sina, bir Rıfat Börekçi idi. Felsefeden din bilimlerine, hukuktan modern Batı düşüncesine uzanan bilgi ve düşünce atlası, yalnız aydınlık dostlarının değil, düşmanlarının bile takdirini toplayacak düzeyde ve derinlikteydi. İslam dinini cehaletlerinin düzeyine çekmek isteyen Hocayı hiç sevmediler, en azılı düşmanı oldular. Ancak karşısına çıkabilecek ne yürekleri vardı, ne de bilgileri…

Yaşar Nuri Öztürk, sönmeyen bir aydınlık meşalesiydi. Bu meşale bizi her yerde aydınlatıyordu. Rahmetli, en çok Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesi gibi özgürlükçü, aydınlanmacı ve şeffaf yayın ve basın organlarında meşale olmaktan mutluydu. Eskilerin deyimiyle ‘‘kaht-ı rical’’ yani ‘‘adam kıtlığı’’ yaşadığımız bu dönemde Yaşar Hoca’nın yokluğunu gittikçe daha derinden hissedeceğiz. Rahmetli Uğur Mumcu’nun dediği gibi Yaşar Nuri Öztürk, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlara meydan okurdu. Dini, ülkesine ve ulusuna karşı silah olarak kullananlar, karşısına çıkamazlardı. O, bilgi, fikir ve cesareti şahsında toplamış bir cesur yürekti. Yaşar Hoca, çağdaş Farabimiz, İbni Sinamız ve Rıfat Börekçimizdi. Dost düşman onu hep anacak; hatta arayacaktır. Beden, ebedî âleme intikal etmişse de sönmeyen bir aydınlanma ateşini bizlere miras bırakmıştır. Yaşar Nuri Öztürk’ü ben çağdaş bir İslam bilgini ve son dönem Türk filozofu olarak adlandırıyorum. İslam dünyası, Araplaşma sevdasına Yaşar Nuri’nin kıymetini bilemedi. Türkiye’de ise henüz çok az insan onun değerini anladı.

Ama eminim ki filozofumuzun değerini her zaman olduğu gibi önce dünya, sonra İslam dünyası anlayacaktır. Işıklar içinde uyu hocam, Atatürk Cumhuriyeti için ömrünü vakfettiğin aydınlanma mücadelesinin takipçisi ve neferi olarak bayrağı bizler devralıyoruz. Huzur içinde uyu, ruhun şad olsun.

[1] Bkz. Umberto Eco, Ortaçağ I-IV, Alfa Yayıncılık, İstanbul 2015.

[2] Bkz. Ziya Gökalp, Küçük Mecmua I-III, Çeviriyazı: Şahin Filiz, Yeniden Anadolu ve Müdafaa-i Hukuk yayınları, Antalya 2009.

[3] https://plato.stanford.edu./entries/ockham.

[4] Yaşar Nuri Öztürk, Arapçılığa Karşı Akılcılığın Öncüsü İmam-ı Azam Ebu Hanife, Yeni Boyut Yayınları, 15. Baskı, İstanbul 2009, s. 487.

[5]Bkz.  Yaşar Nuri Öztürk, A.e., ss. 486-517.

[6] Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye’yi kemiren İhanet Allah ile Aldatmak, Yeni Boyut Yayınları, 19. Baskı, İstanbul 2008, ss. 23-46.

[7] Bkz. Yaşar Nuri Öztürk, A.e., ss. 46-63.

[8] Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye’yi kemiren İhanet Allah ile Aldatmak, s. 73.

[9] A.e., ss. 73-80.

[10] A.e., ss.125-126.

[11] Bkz. A.e. ,ss. 81-84.

[12] A.e., ss. 97-99.

[13] Yaşar Nuri Öztürk, A.e.,s.100.

[14] A.e., ss. 134-142.

[15] A.e., ss.146-150.

[16] A.e. ,ss. 150-151.

[17] Bu konuda ayrıntılı bilgi ve tartışmalar için Şahin Filiz’in Cemaat Tarikat ve Kadın, Say Kitap, İstanbul 2016’ya bakılabilir.

[18] Bkz. Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye’yi Kemiren İhanet Allah ile Aldatmak, ss. 182-197.

[19] A.e. ss.231-259.

[20] A.e., ss. 250-251.

[21] A.e., A.yer.

[22] Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye’yi Kemiren İhanet Allah ile Aldatmak, ss. 337-340.

[23] A.e., ss. 378-379.

[24] Macit Fahri, İslam Felsefesi Kelamı ve Tasavvufuna Giriş, Çev. Şahin Filiz, İnsan yayınları, İstanbul 2002.

[25] Yaşar Nuri Öztürk, Tanrı’dan Başka İnsanüstü Tanımayan İnanç Deizm, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 2015.

Yaşar Nuri usturası

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

15 Yorum

  1. 4 Mayıs 2020, 07:40

    yasar nuri ozturk devrımcı bır fılozoftu. Ilahıyatcı ya da teolojıen onu anlatmaya yetmez. Ona saldıranlara bakıyorum. Bırı dıncı yobaz dıgerı de dınsız yobaz. Ne buyuk adammıssın sen hocam.

  2. 29 Ocak 2020, 06:51

    çok bilen çok yanılır çok yazan çok saçmalar( bülent ve gerçekler ) iki dua adı bilmiyorsunuz tutmuş din alimini eleştiriyorsunuz.

  3. 29 Ocak 2020, 06:42

    doğru yaşar nuri bu tprakların gördüğü en tehlikeli adamdı . (yarasalar için)

  4. 28 Ocak 2020, 13:13

    yaşar nuri hocam gerçek aydın gerçek din alimi soyadı gibi öztürk bir adamdı allah rahmet eylesin

  5. Eldeki kalan malzemenin bu oldugunu gormek ve okudugunu bu kadar anlayamayacak zavalli insanciklarla dolu bu vatanda bu bagimsizlik kavgasini verecek olmamiz zorunlulugu ne kadar zor bir hukum ve hakikat olsada; pusulanin dogru oldugu yerde istikametimize ve rotamiza guvenimiz tamdir….Pasa; nin zamaninda ongordugunden farkli degildir aslinda akibet ve vaziyetimiz….ahmaklar dininin, vatan la ilgili efkarinin, ve tecelli edecek olanin farkinda olmayan yada oldugu halde GERCEKLER i saklayan Turk Milletinin dusmani o ahmaklar…Velev”ki daha yasanacak, ogrenilecek ve yuzlesilecek zamaniniz vardir demektir durum…Hal o ise; bize burdayiz ve vatan icin bekliyoruz demek duser sadece!!

  6. 9 Ocak 2020, 10:44

    “Bülent” adıyla yazan kişiye bütünüyle katılıyorum. Evet, o “Yaşar Nuri bu toprakların gördüğü en tehlikeli insanlardan birisiydi.” Sizin bunu görmemeniz olası değil. Yapmayın sayın profesör, lütfen, ne olur, yapmayın. Böyle yazmayın, zarar vermeyin, kötülük etmeyin. YA DA SUSUN. Ardınızdan onun gibi, Şahin Filiz de bu toprakların gördüğü en tehlikeli insanlardan biriydi” dedirtmeyin. O bir “Turan Dursun’du, İlhan Arsel’di, Erdoğan Aydın’dı, Arif Tekin’di, Muazzez İlmiye Çığ’dı, Ömer Hayyam’dı, Jean Meslier’di… dedirtin. Bilmem hangisini seçersiniz? Lütfen en üst düzeydeki kötü, zarar verici, YIKICI yazılarınızı bitirin. Veryansın Tv’ye de çok büyük kötülük ediyordunuz. Ya Yaşar Nuri’nin bu ülkeye en düzeyde zarar veren bir kişi olduğunu yazın ya da lütfen SUSUN. Site sizin mi? Eğer öyleyse çok kısa bir süre izleyicisi yok denecek kadar az olacak. Ya gerçekleri yazın, ya da SUSUN. Bir de siz bu ülkeye saldırmayın. Yeter ya, yeter…

  7. Yaşar Nuri bu toprakların gördüğü en tehlikeli insanlardan birisiydi. Yıllarca hemşerim olan bu adamın ettiklerini hayranlıkla izledim. Yobazlara ayar üstüne ayar veriyor, hırçın karadeniz dalgaları gibi önüne çıkanı alabora ediyordu. Bilgisi, zekası inanılmazdı. Onu öfkesi ve engin bilgisiyle rakiplerini darmadağın ederken izlemek bir zevkti. Zaten sonraları islamcı cenahtan kimse karşısına çıkmaz oldu. Tek başına programlar yapıp esti gürledi.
    Ancak zaman içinde sergilediği cesaretin tam bir sahtekarlık olduğunu anladım. O ve onun şu an medyada arzı endam eyleyen muadillerinin alayının ortak özelliği korkaklıklarıydı. Korkaktılar çünkü hepsi islamla ilgili gerçekleri görmelerine rağmen Turan Dursunun yaptığını yapacak yüreğe ve taşağa sahip değillerdi. Dursunun katledilmesi tıpkı onun gibi gerçeğin farkına varan bu adamların islam dairesinde kalarak yobazlıkla mücadele etme seçeneğini değerlendirmelerine yol açtı. Kuranın tamamını değil sadece en uzun suresi bakarayı okuyan ortalama zekada bir adamın gerçekleri farketmemesi imkansızdır. Yaşar nuri de Mustafa Öztürk gibiler de gerçeğin çok iyi farkındaydılar. Ama Dursun gibi sokak ortasında kurşunlanmayı göze alamadılar.
    Korktukları için tüm bilgilerini islamı modern vicdanlara uydurmaya harcadılar. Köleliğe, kadın dövmeye cevaz veren ayetleri dilbilimcileri kahredecek cambazlıklarla eğip büküp Allahı tevil ettiler: Ya da ettiklerini sandılar. Türk orta sınıfının bu semitik çöl mitolojisinin gerçekleriyle yüzleşmemesi için “sevimli” yalanlar söyleyip durdular. orta üst lümpenlerimiz pek sevdi kendisini. Oysa ihanet bazen böyle yaldızlı kadehlerde gelir.
    Bana göre ihsan şenocak gibi namaz kılmayanın cezası ölümdür diyen, cüppeli gibi islamda kölelik vardır diyen, Ebubekir Siffil midir nedir onun gibi kadını döv diyorsa kuran bunda bir hikmet vardır diyen adamlar yanında onların iktidara bürünmüş hali olan taliban ve işid gerçek islamı temsil etmektedir. YAşar nüriler Mustafa öztürkler yanında bu adamlar bu millete çok daha faydalılar. Çünkü cüppeli islamın doğası hakkında yalan söylemiyor. Milletin narkoza değil uyanmaya ihtiyacı var. Yaşar nuriler etkili birer anestezi teknisyenleriydi. Bu yüzden Türk orta ve üst sınıfının 30-40 yıl uyumalarına neden oldular. Ardılları da uyutmaya devam ediyorlar.
    Kurandaki darabe sözünü terkedin diye çeviren Yaşar nurinin yaptıgı dinen şirk ahlaken yalancılık politik olarak da Türk milletini araplaştırma operasyonunun bir parçası olmaktan baska bir şey değildi. Kuran orada hadisleri reddedebilirsin ama kuranın açık hükümlerini bin takla atıp olmadığı şekillere sokarsan bunun affı olamaz.
    Ehli sünnet diye inileyen birileri işidden onlarca yıl önce bu topraklarda baltalarla adam kesti, domuz bagıyla insanları gömdü bir şehir ayaklanıp 35 kişiyi diri diri yaktı. Bunları yapacak ahlaki temeli de islamın temel kaynağı olan kurandan bulabildi. İnsanlar her uyanmaya kalktıgında yaşar nuri narkozu dayayıverdi.
    Yaşar nurinin bir usturasından bahsedilecekse bu topraklarda pseudo bir akıl savunusuyla aydınlanmaya vurduğu usturadan bahsedilebilir.

  8. 8 Ocak 2020, 15:51

    Ben de kendi düşüncelerimi şöyle paylaşayım:
    – Yaşar Nuri bir ütopyacıydı. Yapmak istediği şey asla mümkün olmayacak bir şeydi. Ne Yahudilik, ne Hıristiyanlık, ne Müslümanlık, ne Hinduizm, ne de Budizm değiştirilemez. Çünkü bu dinler yıllar önce yazıya dökülmüş ve öylece kalmış. Bir harfi bile değişmeyecek bu dinlerin. Yaşar Nuri bunu değiştirmeye kalkıştı ama başaramadı. Çünkü olmayacak bir işe girişti.
    – Yaşar Nuri bir sentezciydi. İslam ile akılcılığın ve 20. yüzyıl insani değerlerinin bir sentezini yaptı. Ama yaptığı sentezin adını da İslam koyduğu için kafa karışıklığına yol açtı. İslam Devletinin (IŞID) uygulamalarını gören insanlar, bunun hangisi İslam diye sormaya başladılar? Geleneksel anlatım mı, Yaşar Nuri’nin anlattığı mı, İslam Devletinin (IŞID) uyguladığı mı İslamdı? Kafalar karıştı.
    İslam tarihine baktığımızda egemen gücün dini yorum üzerinde büyük etkisi olduğunu görürüz (Emeviler, Abbasiler ve diğer dönemlerdeki güçler gibi). Şu anki egemen güç, Yaşar Nuri’nin sentezini kabul etmiyor ve yeni nesilleri kendi yorumuna göre yetiştiriyor. Bu nedenle Yaşar Nuri’nin sentezi bir süre raflarda tozlanmaya mahkum.

  9. 8 Ocak 2020, 14:15

    Hocam, elinize sağlık, fikrinize sağlık, Yaşar Nuri hocamızı böyle değerli bir makale ile böyle vefalı biçimde gündeme getirdiğiniz için çok teşekkürler…
    Yalnız kusuruma bakmazsanız, Yaşar Nuri fikriyatı ve aksiyonu için oluşturduğunuz bu “ustura istiaresi”ni bir yere oturtamadığımı belirtmek isterim… Hocamızın yürütmüş olduğu dini-felsefi-siyasi faaliyet, sizler daha iyi bilirsiniz ama, tarihteki bu yöntemle benzeşir gibi durmuyor. Hocamızın başardığı aydınlatma devrimine verilen isim, bildiğimiz gibi dinde Tecdit’tir. Yani İndirilmiş İslam’ı Uydurulmuş İslam’ın elinden kurtararak aslı ve kaynağı olan Kur’an’a teslim etmek. Bu da bu Ockhamlı’nın konumu ve yöntemiyle yan yana gelir bir şey değil; hem ondan çok farklı, hem ondan çok çok üstün ve değerli.
    Bir de bir “post-” tabiri var kullandığınız ki ona hiç ısınamadım, bütünüyle olumsuz çağrışım yapıyor insanda. Olumsuz, belirsiz, kapalı; malumunuz post-modernizm gibi, post-truth gibi…
    Esasen Yaşar Nuri yöntemi olsa olsa , felsefi bir tınısı yok biliyorum ama, aslında kendisi hakkında kullandıkları benzetmede olduğu gibi bir “Sürmene bıçağı”na benziyor

  10. Yaşar Nuri Hoca çok ama çok değerli, dinimizdeki hurafeleri cesurca açıklayan bir din alimiydi, ancak filozof değildi. Teologdu, din alimiydi. Fiozof başka bir şeydir sayın yazar. Ayrıca bu “ışıklar içinde uyusun” ifadesi ne kadar yüzeysel ve cahilce bir ifadedir böyle! “Işık” ile “nur” arasındaki farkı bilmiyorsanız lütfen sözlüğe bakın. Dili bu kadar tırpanlayıp kısırlaştırmayın lütfen!

  11. 8 Ocak 2020, 09:10

    Sayın Şahin Filiz,
    Yaşar Nuri Öztürk’ün bu ülkeye sadece zararı olmuştur. Yıllarca din ile bu ülke insanlarını yanılttı, aldattı. Kuşkusuz bunu yapan sadece o değildi. O en önde olanlardandı. Sonrasında yaptığı yıkım kendisini de vurdu. Bunu gördüğünde veya zararı kendisine dokunduğunda “doğruları söylermiş” gibi yaptı. Asıl Allah ile aldatan odur. Allah kimdir? Bunu en iyi bilenlerden biri de siz olmalısınız. Neden ısrarla din ve tanrıdan söz ediyorsunuz? Böyle yaptıkça zarar veriyorsunuz. Veryansıntv’deki insanları görünce sevinmiştim. Başta siz olmak üzere çoğu kişiyi zaten tanıyordum. Burası doğruların, gerçeklerin ve aydınlanmanın merkezlerinden biri olabilir diye umutlanmıştım. Yanılmışım.
    Evet Karabekir, “Arapoğlu’nun yavelerini (saçmalıklarını) Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler”
    ve
    Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum. Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.
    diyen kim?
    Diyanet onun eseri olabilir; çok açık ki bunu insanlar doğruları ve gerçekleri görsünler diye yapmış. 20.000 tane Türkçe Kuran’ı halka dağıtmış. Sonrasında ise ne yapacağı da çok belirgin. Ömrü yetmedi. Belki vasiyet etti ama kimse onun kadar cesaretli olmadığı için, bir şey yapamadı. Atatürk yaşıyor olsaydı size neler acaba size neler söylerdi?
    Tanrı ve dinler varsayımlardır. Bu konularda yazacaksanız lütfen Tanrı ve dinlerin insanlığa ne büyük kötülükler ettiğini, zararlar verdiğini ve vermekte olduğunu yazın. İnanç, adı üzerinde “doğruluğu somut bir biçimde görülemeden onaylanan her şeydir. Bilim ise pek çok deney, gözlemden sonra oluşan sonuçlardır ve bunlar hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde herkes tarafından görülebilir. Ya tanrı ve din?
    Aşık Veysel’in Tanrıya Hitap şiirinden;
    Kimden korktun da gizlendin
    Çok arandın, çok izlendin
    Göster yüzün çok nazlandın
    Yüzün mahrem ferde senin.
    Gözleri görmüyor olmasına karşın, gerçekleri görebilmiş. Umarım gözleri görenler de gerçekleri görür ve söyler. Söyleyemiyorsa susar.
    Yaklaşık 900 yıl öncesinden; kimden mi? Siz onu bilirsiniz.
    Seni aramaktan dünyanın başı dertte;
    Zengine de göründüğün yok, fakire de;
    Sen konuşursun da biz sağır mıyız yoksa,
    Hep kör müyüz, sen varsın da görünürde.
    İlahiyat fakültelerinde akademik unvanlar olamaz, neden? Bunun için “bilimsel savlar” (tez) gerekir de ondan…
    Atatürk keşke en az otuz yıl daha yaşayabilseydi…
    Umarım Veryansıntv’de akıl ve bilim egemen olur ve diğerlerine benzemez.

  12. Yazınızın ilk baş kısmını felsefi terimleri layiki ile bilmediğim için anlayamadım ama Yaşar Nuri hocayı çok okumuş ve izlemiş birisi olarak çok güzel bir yazı kaleme almışsınız. Katılmadığım tarafı sadece Yaşar Hocanın Filozof kabul etmenizdir. Yaşar hoca felsefe yapmış onu dini anlamada kullanmıştır. Bu onu Din Aliminin bir basamak üstü, filozofun bir alt basamağı olan Teolog yapar kanısındayım. Bence yaşayan tek filozofumuz Niyazi Kahvecidir. Bir dahaki yazınızda ondan bahsetmenizi rica ederim.

  13. yazıyı okumadım gerek yok. ama araya sıkıştırılan hep tek taraflı anlatımlarla olayı gayet net anladım. elveda veryansıntv!!!

  14. Elinize, bilginize ve yüreğinize sağlık Şahin Hocam; Yaşar Nuri gibi bir değerimizi bilim, ilim ve irfan ile anlayıp yorumladıkça cehaletle ve karanlıkla savaşımız, hakkı ile hak yolunda olacaktır. Sizin gibi değerli hocalarımızın bu konularda meşaleyi devir aldığını bilmek, günümüz kasvetinde yüreklerimize serinlik, umutlarımıza yoldaştır.

  15. Delikanlı adamdı, mertti; “dinin ne olmadığını” ondan öğrendim.

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!