Avatar
Şahin Filiz

Yunus Emre’de insanlaşmanın yolu

featured

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı

Felsefe tarihinde akıl kavramı dönemler, filozoflar ve felsefe sistemlerine göre değişir, dönüşür; daralır veya genişler. Her çağ, paradigmasına göre akıl ve akılcılık kavramlarını tanımlamış; yeni anlamlar yükleyebilmiş, bazı anlamlarını değiştirmiştir. Örneğin Antikçağ’ın akılcılığı ile modern çağınki birbirinin aynısı değildir. Ortaçağ İslam düşüncesinde felsefe ağırlıklı olduğundan, akılcılık, modern İslam düşüncesindeki gibi değildir. Yunus Emre akla ve akılcılığa, Ortaçağ İslam düşüncesini Antikçağ’dan yaşadığı döneme kadar etkileyen kültür ve inançların kattığı çeşitli anlamlar ışığında yaklaşmıştır.

Yunus şiirlerindeki aklı ve akılcılığı yalnız İslam kaynaklarının izin verdiği bir anlam evreni içine sıkıştırmak doğru olmaz.

Akıl kavramı en belirgin biçimde Yunus’un  “Öğütler Kitabı”nda geçer. Divan’ındaki hemen bütün şiirlerinde akla ve akılcılığa doğrudan ya da dolaylı olarak yer vermekle birlikte, önce Öğütler Kitabı’nda aklı nasıl tanımladığına bakalım.

Yunus’a göre akıl, padişahtır ve kadimdir. Kadimliği, her türlü duyu ve duygudan öncelikli ve önemli olmasından dolayıdır. Onun ışığı, insanın tüm duyu ve algılarını; pratik ve teorik hayatını çepeçevre ışıtır, aydınlatır.

Akıl ona göre üç türlüdür:

Birincisi, dünyalık geçimi belirleyen ve yöneten, “akl-ı maaş”tır. Dünya hayatının dirlik ve düzenini sağlar, düzenler.

İkincisi, öte dünyanın durumlarını bildiren akıldır ki, buna “akl-ı mead” denir.

Üçüncüsü ise, Tanrı’nın marifetini bildiren “akl-ı külli”dir.

İnsanlaşma, her üç akıl türünün ortak eseridir. İlk akıl, tıpkı diğer canlılar gibi, insanın salt canlılıksallıktan kaynaklı hayatta kalma, yeme-içme, üreme ve yaşamak için gerekli maddi-manevi ihtiyaçları karşılamak ve düzenlemek içindir. Bu aşama, insanın yalnız canlı kalmasını sağlar. İkinci tür akıl, düşünsel ve tinsel gereksinimleri düzenler; “neden varım? Ölüm nedir? Varoluşun anlamı var mıdır? Ölümden sonra ikinci bir hayat söz konusu mudur? Öte dünya var mıdır ve varsa nasıl bir dünyadır?” gibi varoluşsal sorularla ve kuşkularla meşgul olur. Bu ikinci aşama, insanlaşmanın son aşamaya kadar uzanabileceğini gösterir.

Üçüncü aşamayı temsil eden “akl-ı külli”, İslam kültürünün etkisiyle “Tanrı’nın marifeti” olarak adlandırılmış olsa da, insan aklının en üst aşamasını, olgunlaşmış halini ve insanlaşmanın en son hedefini gösterir.

Öğütler Kitabı, Yunus Emre’nin dervişlerini eğitmek üzere yazdığı öğretici bir mesnevidir. Yunus Emre bu eserinde mecazi (alegorik) bir dil kullanarak ahlaki kavramları kişileştirme yoluna gider. Bu eser, kâmil bir insan olmaya giden yolun ne olduğunu anlatır. Ona göre gönül ülkesinin her bir şehrini, nefis ordusunun bir komutanı işgal etmiştir. Nefis ordusunun ele geçirdiği gönül ülkesini, ruh/akıl ordusuyla yenerek ülkeyi huzur ve esenliğe kavuşturmak gerekir. Mutlak zafer için hırs askeri üstüne kanaat askerini, kibir çerisi üstüne alçak gönüllük çerisini, öfke ordusu üstüne sabır ordusunu sürmelidir. Cimriliği seleklikle alt etmeli, gıybet ve iftirayı doğrulukla yenmelidir. Öğütler Kitabı’nda Destan-ı Akıl başlığı ile yazdığı beyitlerde ayrıntılı olarak bu alegorik anlatımda bulunmaktadır. (Gölpınarlı, 1999: 56-62).

Yunus tasavvuf’taki akıl ilkesini han, iyilik ve kötülük kuvvetlerini de bu hanın emrinde asker yapınca bu epik dilin olanakları kendisine açılıyor. Böylece göklerde ve tanrısal güçler arasında kurulan tasavvuf düzeni, yerde, insanlar arasında anlatılan somut bir düzen biçimini alıyor; anlatılması da, anlaşılması da kolaylaşıyor. Toplum, kendi damgasını şiire açıkça vuruyor.(Başgöz, 1999: 25).

Dikkat edilirse, ahlaksal olarak iyi ile kötü şeylerin birbirinden ayrılması, iyi olanların kötü olanları yenmesi aklın padişahlığına bağlıdır. Akıl ahlaksal erdemlerin yanında olmanın ötesinde, temelini oluşturur. Akıl olmadan ahlak ve ahlaksal erdemler olmaz. Kötülüklere karşı da yengi elde edilemez. Yunus Emre’nin bu alegorik akıl-ahlak anlatımı, felsefede etik problemin tamamen mantık ilkelerine dayandığı söylemini doğrular. Akıl ve mantık yoksa ahlak da yoktur. Bu yargı tüm insanlık ve tüm kültürler için genel-geçer değer taşır. Akılsız ahlak olmaz.

Öğütler Kitabı’ndan birkaç örnek daha verelim:

“Eğer devlet gerekse akla danış

Meşveretsiz başa vermez hiçbir iş”

Yunus Emre aklı, burada doğru bilgi ve yöntemin kaynağı olarak gösterir. Danışılacak tek merci akıldır. Hiçbir doğaüstü gücü ya da dini, bir yol gösterici olarak işaret etmez. Güç, akıldır. Her iş akıl kılavuzluğunda başarılabilir. Tek yol gösterici akıldır. Herkesin akıl düzeyi birbirinden farklıdır. Burada kastedilen, tek bir kişinin aklı değil, toplumsal akıldır. Çünkü meşveret,  bir işi farklı düzeylerdeki akılların ortaklaşa başarması mümkündür. Akılların işbirliği ve aralarındaki danışma, esasen bizi tanrısal akla, yani akl-ı külli’ye yakınlaştırır. Akl-ı Külli’ye yakınlaşan akıllar birliği, her işi sonuca bağlayacak bir başarı ortaya koyar.

“Şimdi akıldan medet iste, yürü!

Esir olmuşsun bunca yıldan beri

Akıl, adaletli, aziz kişidir,

Bunalana medet onun işidir

Seni çok beladan kurtara akıl

Mutluluk yoldaşın olsun ay ve yıl”

Akıldan başka bir kaynağa akıl danışmak ve medet ummak, tutsaklıktır. İnsan ömrü, çoğu zaman akla rağmen gelir, geçer. Her üç aşamada akıl, insanın maddi ve manevi sorunlarını çözmede yardım istenecek tek kılavuzdur. Aklı bırakıp başka yerlerden ya da otoritelerden yardım umanlar, bütün ömürlerini tutsaklık içinde tüketirler. Aklın kaynağı tanrısaldır. Tanrı yanlışlık ya da tutsaklığa düşmeyeceğine göre, sufilik yolunda O’na benzemeye çalışmak insanı yanıltmadığı gibi, tutsaklığa da düşürmez.

Akıl, bilginin ve doğru olan her şeyin tek başvuru mercii olduğuna göre, akılsal doğruluk ahlaksal doğruluğa ulaşmayı sağlar. Akıl, bilgi doğruluğu kadar ahlaksal doğruluğu da öngörür. Yunus Emre, akla ahlak-hukuk ilişkisinin kesişim noktasına adalet adını verir. Adalet ahlak ve hukukun ortak değeridir. Adalet, aklın başka bir adıdır. Ölçüyü, tartıyı, hakça bölüşümü, doğruluğu ve düzeni kuran akıl ise, bunun sonucu adalet demektir. Yüce bir kişilik olarak tanımladığı akla, adalet adını vererek hem hukuki hem de ahlaksal özellik vermektedir. Adaletsizlik, belalarla boğuşmaktır. Akıl yoksa insan beladan belaya düşer. Bu ise, bin bir türlü adaletsizliği doğurur. Akıl adalet olduğuna göre, belalardan uzak durmak için adaletli kişi olan akıldan uzak durmamak elzemdir.

Mutluluk kavramı, etikte özgürlük ve sorumluluğun sonucu ortaya çıkar. Her üçü de sağlıklı bir akla dayanır. Mutluluğu elde etmek, sağlıklı çalışarak özgürlüğü talep eden ve bu talebin sonucunda sorumluluk üstlenebilen aklın doğal bir kazanımı olsa gerektir. Çünkü insanın bu ve öteki dünyada istediği tek şey, mutlu olmaktır. Bunun anahtarı ise akıldır. Tüm felsefe tarihi bu arayışın öyküsünden ibarettir.

“İşit şimdi akıl ne söyler ona:

Sakın, tevazu taliptir canına!”

Sözü bitmeyen tevazu göründü

Kibir onu görüp yüz geri döndü”.

Tevazu, sabır, cömertlik, adalet… Kısacası tüm ahlaksal erdemler, aklidir, rasyoneldir; bunların tersi olan tüm kötülükler, akla aykırılıktır; akıl dışılıktır. Şu halde insanlaşmanın başlangıcı ve temel koşulu aklı olmak, akla bağlanmak ve her işinde akla danışmaktır. İkinci aşama, akılla var olan ahlaksal erdemleri edinmekle sürer. İnsanlaşma ömür boyu devam eder. Buna göre, herhangi bir ahlaksal erdeme aykırı davranmak, aynı zamanda akla aykırı davranmaktır. Bu ise, insanlaşmayı sekteye uğratır. Akıl olmadan ahlak, ahlak olmadan insan olunmaz. Yunus bu beyitlerinde açıkça bu hakikati kısa ve özlü bir şekilde vurgulamaktadır.

İnsanlaşma, bu üç akıl türünün temsil ettiği aşamalarla edinilen ve en ulu tanrısallıkla olgunlaşan bir süreçtir. Yunus’un akılcılığı, sanılanın aksine ( Kula, 2012:446-470) sadece içrek değil, dışraktır. Her iki yönü birlikte kavrayan akılcılığı bütün şiirlerine yaydığını görmek mümkündür. Bazen içrek akılcılığı bazen dışrak akılcılığı şiirdeki duygu ve düşünce yoğunluğuna göre daha çok vurguladığına tanık olsak da, şiirlerinde son derece realist genel bir akılcılığın canlı temalarını fark edebiliyoruz.

Onun akılcılığı, Tanrı’da eriyen veya tanrılaşan akılcılık değil, en kamil insanlaşmanın tanrısal olgunluğa erişme hedefine yönelik dünyevi-uhrevi terbiye ile mümkün olduğunu algılayabilecek gerçekçi bir akılcılıktır. Dini bütün bir Müslüman’dan, bütün dinlere gönlüyle bakan bir hümaniste, Kuran sevgisinden dört Kitabın manasın bir gören evrensel dervişe, tam Tanrı aşkıyla gark oldu derken, “bir dem gelir..” şiirinde her mahiyete bürünen  tanımsız bir gönül insanına, ölüm korkusunu mezarlık tasvirleriyle yenemeyen sıradan bir insana ve bazen de aşkın ilahisi ile insanisini sezdirmemeye çalışarak birleştirmeyi deneyen sevecen bir aşığa rastladığımız şiirlerinde, Yunus’un akılcılığını bu figürlerden birine bakarak sınırlandırmak ve tanımlamak, esasen Yunus’un evrensel akılcılık görüşünü daraltmak olur. İnsanlaşma, evrensel akılcılıkla kemale erme yollarını bulabilir. Yunus’un akılcılığı bu yüzden evrenseldir ve ona göre akıl, üç türü ile bu evrensel ve gerçekçi akılcılığın gerekçelerini oluşturur.  Onun aklı ve akılcılığı çok farklı yönleriyle şiirlerinde birçok benzetmeler kurarak işlediğini detaylandırmak için Divan’ından hareketle bazı örnekler vermek yararlı olacaktır.

Yunus’un akılcılığı ile ahlakçılığı birbirinden ayrılmıyordu. İnsanlaşmanın vazgeçilmez koşulu ona göre akıldan kök alan ahlaksal erdemlerle bezenmekti. Şimdi bu akılcılığın çeşitli yönlerini onun Divan’ından aldığımız bazı şiirleriyle örneklendirelim:

“Eger ‘akıl başdayısa gönülde ol tuşdayısa

İkisi bir işdeyise düşman bana kâr eylemez”.

Akıl, Yunus Emre’ye göre, insanlaşma sürecini gönülle birlikte kuvvetle sürdürür. Akıl gönüle de rehberdir. Onun deyimiyle vücuttaki baş, aklın ikametgâhı; gönül ise, tüm insan varlığının tinsel karakteridir. Ancak akıl olmadan tinselliğin gideceği yön belirsiz kalır.

“İşbu vücûd bir kal‘adur ‘akıl içinde sultânı

İşbu gönül bir hazînedür ‘ışk tutmış bekler anı

Nazar üzre dil kapucı cümlesi ‘akla tapucı

‘Akıldur işler yapucı eyler cümle âbâd an”.

Bu beyitlerde Yunus, aklı bu kez sultan olarak adlandırır. İnsan vücudu bir kale ise, akıl onun sultanı, yöneticisidir. Dikkat edilirse her eğretilemede akıl, bütün kılavuzlardan önce gelmektedir. Yunus’un yaşadığı siyasal ve toplumsal sorunlarla örülü çağında, 9. Yüzyılda başlayan İslam ve Türk Rönesans’ı yaşamaya devam edebilseydi, kuşkusuz Yunus, her anışında öncelik tanıdığı aklı bilimsel merak ve araştırma çabalarıyla bütünleştirebilirdi. Pek tabiidir ki bunu tek başına yapması düşünülemezdi. Yunus’un akla yüklediği anlamlar, andığımız kültür ve uygarlıkların izlerini taşımaktadır.

Gönül akıldan izin ve emir bekler. Çoğu zaman Yunus araştırmalarında bunun tersi ileri sürülür. Yunus’un mutlak bir gönül eri olduğu; bütün şiirlerinin gönül kavramı çevresinde döndüğü gibi dayanaksız genellemeler yapılır. Gönül Yunus için doğal olarak vazgeçilmez bir kavram, dünya görüşünün dışarıya yansıyan penceresidir. Ancak bu pencereyi açan ve gönlü çalıştıran yalnız akıldır. Çünkü ona göre akıl, “herkesin taptığı” ve “her işi yapan” bir öznedir.

“Akıl gitdi buşu geldi ‘akl evini buşu aldı

İmdi sultân buşu oldı göze göstermez cihânı”.

Öfke, aklın işlevsiz kalmasının sonucudur. Akıl bir denetim mekanizmasıdır. Öfkelenmek, bu denetimin dışına çıkmaktır. Geçici bir delilik hali olarak, aklın baştan gitmesidir. Çünkü öfke ve akıl bir arada bulunamaz. Bütün iyi hasletler, bu yüzden akıldan; bütün kötü huy ve alışkanlıklar da yine bu yüzden akıl-sızlıktan kaynaklanır.

Yunus Emre, aklı, doğaüstü her türlü kaynaktan daha öncelikli yere koyar. Üç türlü akıl olarak tanımladığı akıl, insanın sahip olduğu tek ve eşsiz bilgi, görgü, ahlak ve adalet kaynağıdır. Pratik yaşamımızdan tanrısal öngörüye kadar bütün işlerimizi, bilgimizi ve ahlaksal yaşam tarzımızı yöneten akıl, Yunus Emre’nin dünya görüşünde en temel dayanak noktasıdır. Aklın dini tonlarla adlandırılıp açıklanması Yunus’un tek bir din ya da kültüre bağlı olduğunu göstermez. Eklektik akılcılık diyebileceğim bu rasyonalist bakış açısı, Antikçağ’dan kendi yaşadığı döneme kadar gelip geçen bütün düşünce, inanç ve kültürlerin oluşturduğu çok yönlü bir rasyonalizmi ortaya koyar. Türk dindarlığındaki eklektik özellik (Filiz, veryansintv.com 20/08/2021 “Eklektik Türk Dindarlığı ve Taliban Dinciliği), Yunus’un bu eklektik akıl ve akılcılık görüşüyle beslenmiştir diyebilirim. Türk dindarlığı ya da Türk’ün din yorumu, hiçbir mezhep veya dine tek başına dünya görüşünü belirleme yetkisi vermemiştir. Yunus’un akılcılığı, onu tarihsel süreçte oluşturan felsefelerin tümünden yararlanarak oluşmuştur ama hiç biri Yunus için tek başına belirleyici olmamıştır.

Türk milleti akılcılığı ve akılcı din yorumunu Yunus öğretmeninden öğrenmiştir.

 

Kaynakça

Başgöz, İ (1999). Yunus Emre. İstanbul:  Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık.

Gölpınarlı, A ( 1941). Yunus Emre-Hayatı ve Bütün Şiirleri. İstanbul: Türkiye İşbankası Kültür Yayınları.

Tatçı, M (2021). Yunus Emre Divanı. İstanbul. H Yayınları.

Kula, O.B (2012). “Yunus Emre’de Çoğulluk, Tolerans ve İnsancılık İdesi” ss. 446-470 (Yunus Emre, Edt. Ahmet Yaşar Ocak, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ank.2012).

Kaya, D (2009). Yunus Emre ve Seçme Beyitler. Sivas: Vilayet Kitabevi.

Yunus Emre (2013). Nasihatler Kitabı. Hazırlayan: Ziya Avşar. Ankara: Sistem Ofset.

Filiz, Ş (2021). “Eklektik Türk Dindarlığı ve Taliban Dinciliği”. www.veryansintv.com.

Nolle, J (2016). “Avrupa Kültürünün Kökenleri ve Türkiye”. Sayı: 16, ss. 22-43. Antalya: Antalya Rehberler Odası Dergisi.

Şahin, S (1999). “Tarihi Açıdan Anadolu ve Türk Kimliği”. I. Uluslararası Kilikia Arkeolojisi Sempozyumu Bildiriler, Olba II (Özel Sayı) 1. Cilt, ss. 1-5. Mersin:  Kilikia Arkeolojisini Araştırma Merkezi Yayınları-II.

Yunus Emre’de insanlaşmanın yolu

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!