Semih Güneri
Semih Güneri
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Bir üniversitede petroglif araştırmaları merkezi açmak

Bir üniversitede petroglif araştırmaları merkezi açmak

featured

Prof. Dr. Semih Güneri yazdı…

“Bir Türk üniversitesinde petroglif araştırmaları merkezi açmak mümkün mü?”. Bakalım mümkün mü, değil mi.

Açmak isteyen, konuyla ilgili, hepimizin tanıdığı bir akademisyen hocamız. Prof. Dr. Necati Demir. Amacı ise, son yıllarda Türkiye’nin çeşitli noktalarında keşfedilen kaya resimlerini ve onların Türk kültürüyle ve diğer uzak-yakın kültür çevreleriyle ne kadar ilgili olduğunu anlamaya çalışmak. Konuya kurumsal nitelik kazandırmak.

Başta söyleyelim, “petroglif” ya da “kaya resimleri” veya “kaya sanatı”, göçebe kültürlere özgü bir tasvir sanatı alanıdır. Yerleşik toplumlarda görülmez.

Yeryüzünde kaya resimlerinin merkezi esas anlamda Altay dağlarıdır. Moğolistan Altaylarındaki kaya resimleri daha yoğundur, daha özeldir, tarihleri ise Paleolitik çağlara kadar gider. Moğolistan’ın Hangay dağları ve bütün merkezî Moğolistan bölgesinde yaygındır. Ve dahası Lena nehri kıyıları, Gobi çölü, İç Moğolistan, Çin’in Helan dağları bölgesi, Kuzey Pakistan’ın Karakorum bölgesi, Tibet yaylası. Hiç abartmıyorum, milyonlarca kaya resmi figürlerinden bahsediyorum. Ben nereden biliyorum? Yazdığım bir-iki petroglif makalesi dışında 2009-2022 arasında yukarıda verdiğim coğrafyalarda tarafımdan keşfedilen binlerce figürden oluşan petroglif çalışmalarımdan biliyorum. Tembel bir adam olarak henüz onları yayınlamadım. Her şey hazır olmasına rağmen zahmet edip yayın aşamasına gelemedim. Benden on yıldır petroglif kitabı bekleyenlerden de bu arada özür diliyorum. Petroglif çalışmalarına ilgim buradandır.

Geçtiğimiz hafta dost toplantılarımızın birinde Necati hocamızı daha iyi anlama fırsatı buldum. Saatlerce konuştuk durduk. Keyifli bir toplantı idi. Konu Türk kültürü idi hiç şüphesiz. Laf lafı açtı. Derken konu petroglif araştırma merkezine geldi takıldı. Takılan bendim. Çünkü -herkes bilmese de- geniş Asya coğrafyasında en az on yıl eşelendiğim konudur bu petroglif hadisesi. Hocamız, hâlen çalıştığı üniversitenin rektörlüğüne yıllar önce bu petroglif araştırmaları merkezi projesini sunuyor. Yıl 2010. Hocamızın niteliği, bilimsel formasyonları belli. Amacı belli. Rektörün de ne yapacağı belli. Tamam, diyecek ve bir-iki hafta içinde merkez kurulacak. Konu, değerlendirme, karar vs bütünüyle ona kalmış bir şey. Trafiğin nasıl işlediğini biliyorum. Çünkü aynı şeyleri ben de yıllar önce yaptım. Şöyle olur: Konu rektörün önüne gelir. İlgi duyuyorsa talimat verir işlemler başlatılır. Eğer işine bir şekilde gelmiyorsa ya da bir nedenle ilgisiz ise veya uzak duruyorsa yan odadakine işi havale eder. Havale edilen de başkasına, sonuçta proje sahipsiz ortalarda dolaşır durur.

Her neyse Necati hocamız hazırladığı dosyayı rektörlüğe iletiyor. Rektör “Türkçü” diye bilinen bir adam üstelik. Ben o yıllardan biliyorum. “Türkçü rektör” olmak, zırt-pırt her fırsatta fakültede hadise yaratan güruha müsamaha göstermekten ibaret değil. Onun “Türkçülüğü” de o kadarmış. Adam, hocamızın bu kutlu önerisini belli ki dikkate almamış, sonuçta öneri reddedilmiş. Gel zaman git zaman. Aradan on bir yıl geçiyor. Yıl 2021. Hocamız bir kez daha öneriyi rektörlüğe sunuyor. Bu kez başka bir rektör dosyaya bakıyor. O da yan odadakine sunuyor. İnanmayacaksınız ama (ben inanamadım) dosya zaman içinde ta YÖK’e kadar gidiyor ve bu kez de orada reddediliyor. Tabi ki edilir. Rektörün sahiplenmediği projeyi kim nesine sahiplenecek ki?

Türkiye’nin Doğusundan Batısına kadar pek çok noktada petroglif keşifleri yapılmış. Keşifleri yapanların canına sağlık. Da, her kafadan bir ses çıkıyor. Hocamız konuyu akademiyaya taşımak istiyor. Akademik danışma kurulu oluşturmuş. Akademiya bir yanılır iki yanılır. Sonunda doğruyu bulur. Amaç da zaten o kaya tasvirlerini kimin yaptığını, ne zaman yaptığını, onların ne amaçla yapıldığını, yurt dışındakilerle varsa ilişkilerini en doğru biçimde ortaya koymaktır. Bir rektör bu işi yapmaya, bu yükü üstlenmeye niyet etmiş hocaya niye destek olmaz ki? Teşekkür edeceği yerde? Ne istiyorsun hocam, der ve en kısa zamanda konuyu çalışır. Senatoya sokar. Süreç işler. İşi bitirir. Hocaya teslim eder. Sonra hocadan faaliyet bekler. Peki, bunu neden yapmaz?

GERİ KALMIŞ ÜLKELERDE YILDIZI PARLAYANLARIN KAFASINI KOPARIRLAR

 Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Kafkasya & Orta Asya Arkeoloji Araştırmaları Merkezi (KAM)’nin kuruluş çalışmalarına başlamıştık. Merkez yönetmeliğini hazırlayıp rektörlüğe sunmuştum ve 1998’de KAM’ın kuruluşu birkaç hafta içinde gerçekleşmişti. Kolay mı oldu? Hayır. Rektörün yan odalarında oturanlardan, konuya kendini bir şekilde yakın hissedenlere, ‘Türk’ lafına ve benim oradaki varlığıma gıcık olan solcu liberallerden niteliksiz akademisyenlere varana kadar bir dizi tip bana ve benim üzerimden sevgili rektörüme yapmadığını bırakmadı. Üniversitemdeki yarı yetenekli solcu liberal takımın ben ve sevgili rektörüm hakkında iftiralarla dolu sözde “yolsuzluk” haberi, bugünlerde Halk TV’nin muhabiri olan HK, o gün çalıştığı gazetede neredeyse yaptığı o şişirme haberi yayınlıyordu. Asılsız haberin çıkmasını o gün engellemiştik. Uzun hikâye.

Ve çok geçmeden üniversitemde o patırtıları koparanları yönettiğini anladığımız rektör adayı Emin Alıcı fenomeni rektör seçilip işe başladıktan sonra konu bütünüyle kilitlendi. İki dönem sekiz yıl rektörlük yapan rektör olacak kişi, solcu liberal yalaka kadrosundan grubun gazıyla KAM’a kilit vurdu. 1998-2008. Bu arada iki yurt dışı TÜBİTAK projesi, bir uluslararası kongre ve bir de süreli yayını hayata geçirmişiz. Boş durmadık tabi ki. Ve o rektör TÜBİTAK projelerimizden birinin devam etmesi için onay vermemişti. Ardından hakkımda soruşturmalar. Bir buçuk yıl boyunca maaşımın yarısının kesilmesi cezası. Ve açtığım karşı davanın lehime sonuçlanması. Rektörlüğün o kesintileri faiziyle tarafıma ödemesi.

Ne ki 2008’den Emin Alıcı belasının gitmesinden sonra açılan ve aktif çalışan KAM’da 2021’e kadar öğrencilerimle birlikte aralıksız tarih yazdık. ‘Türk-Altay Kuramı’ bir KAM eseridir. Yıllar içinde KAM’ı uluslararası tanınan saygın bir bilim merkezi haline getirdik. Tam altı uluslararası kongre gerçekleştirdik. Kafkasya’dan Sibirya’ya, Altay dağlarından Tibet yaylasına uzanan alanlarda sayısını unuttuğum arkeolojik arazi araştırmaları yaptık.

Yaptık ama gel de bana sor ne belalarla boğuştuk. 1998-2008 döneminde “…bu adam faşist, bu adam Türkçü, şöyle, böyle…”, diye beni rektörlere gammazlayan muhbirler, 2008-2021 arasında bu kez ben ve öğrencilerim için “…onlar ateist, onlar içkici, tütsücü, şamanist…” diye sistemli olarak ilgili makamlara hakkımızda raporlar yetiştirdiler. Üniversitenin parlayan yıldızı olduk. Uluslararası alanda tanınır olduk. Tarih yazdık. Ne ki 1998’de kurulan KAM’ın, ben emekli olduğum yıl, bir hafta içinde içi boşaltıldı. Kütüphanesi, seramik atölyesi, zengin teknik donanımı yağmalandı. Kapısına kilit vuruldu. Kapandı. Uluslararası alanda saygın bir kurum haline getirdiğimiz KAM’ın bu hazin sonunu hazırlayanlar kimlerdi? Tahmin edin. Evet. Başarıdan nefret eden o ezik, yarı yetenekli yalaka kadrosundan muhbirlerden başkası değildi.

SORUN NEREDE?

Dikkat edelim, bu iki ‘araştırma merkezi’ hikâyesinin tam ortasında üç ciddi sorun yer alıyor: 1) Kimsenin yapamayacağı zor işleri yapmaya cesaret eden, yapan, gerçekleştiren, yıldızı parlayan, sıra dışı araştırmacı modeli. 2) ‘Türk’. 3) ‘Türk düşmanlığı’.

Uzun süren sohbetimiz sırasında Necati hocamızın gerçekten sıra dışı bir akademisyen olduğunu anlamak zor olmadı. İki yüze yakın kitap yazmış. Hiç kimsenin yapamayacağı türden faaliyetleri var. İnanılır gibi değil. Bir Almanya’da, bir Özbekistan’da, bir Kırgızistan’da, bir Moğolistan’da, dünyanın dört bir yanında, sıra dışı çalışmalarının peşinde koşturan yorulmaz bir akademisyen. Adam ‘Türk’ kültürü çalışıyor. Ama oturduğu yerden ezbere değil.

Her akademik çevrede bulunan gizli ve açık 1) ‘Türk düşmanı’, 2) Kıskançlık yaratacak başarı hikâyeleri altında ezilmiş, ezik, insana her türlü kötülüğü yapmaya hazır kıvama gelmiş ‘yarı yetenekli’ akademik personel potansiyelinin hedefi işte burada. Bakıyorum. Diyorum ki zaten buraya kadar gelebilmen bir mucize bre hocam.

Sorun rektörde filan değil. Rektör işine bakar. İş bitirir. Bir sonraki dönemde nasıl seçileceğinin hesaplarını yapar. Ve her şeyi de bilmez. Danışmanı durumunda olan yakınlarına, yan odadakilere sorar. Projenin rektörlüğe ne kazandıracağına, ne kaybettireceğine bakar. Eğer konuya ilgi duyuyorsa zaten hiç kimseye bir şey sormaz. İşine bakar. Bu gözlemler normal şartlar altında gelişir. Eğer proje hazırlayana rektör ya da onu tanıyan yalaka kadrosundan birileri bir şekilde gıcık oluyorsa (bu daima olur) o iş orada takılır kalır. Sahiplenilmeyen projelerin sonu hep hüsrandır. YÖK’e kadar gider. Sonuçta reddedilir. Peki, asıl sorun nerede? Sorun, genellikle rektörün çevresinde bulunan yalaka kadrosundan tiplerdir. Onlar başarıdan, başarı kazanmış, fenomen olmuş zeki, yıldızı parlayan akademisyenlerden nefret ederler ve onları bir kaşık suda boğup yok etmek isterler. Petroglifmiş, Türk’müş, bilimmiş, hiç önemi yok. Bu, Türkiye’de ve geri kalmış ülkelerde akademiyanın kaderidir.

PETROGLİF ARAŞTIRMALARI MERKEZİ NEDEN GEREKLİ?

2012 bahar aylarında Kars Valiliği/Serka Kalkınma Ajansı’nın davetlisi olarak Susuz İlçesinin Doyumlu köyü içinde bulunan kaya resimleri üzerinde kısa süreli bir araştırma yapma fırsatı elde etmiştim. Toplam 8-10 dikkate değer insan ve hayvan figürlerinin tarihini günümüze çok yakın bir zaman aralığına, geç orta çağlara tarihledim. Bilimsel raporumu Kars Valiliği’ne teslim ettim. Konuyu yurt dışında uluslararası bir toplantıda sundum ve aynı yazıyı uluslararası katılımlı bir kitap içinde yayınladım. Dikkat çekmek istediğim nokta şudur: Kars Kafkas Üniversitesi’nden ya da Erzurum Atatürk Üniversitesi’nden birileri bizden daha önce o bölgede araştırma yapmış, hatta petroglifleri tarihlemiş, Valilik üzerinden bölgenin girişine dikilen madeni turistik sarı levha üzerine de “Doyumlu Kaya Resimleri Kalkolitik Çağ” diye yazdırmışlar. Hiç ilgisi yok. Neredeyse 5,000 yıllık bir tarihleme hatası ile.

Hakkari petrogliflerinin de durumu aynı. Konuyla ilgili bütün bilgi-belge elimizde var. Bu grup petrogliflerin doğrudan İran ve Azerbaycan bölgesindekilerle ilişkili olduğunu, dolayısıyla en erkeninin Son Tunç Çağı civarına ait olması gerektiğini iyi-kötü biliyoruz. Ne ki Hakkari grubunun, ciddiyetiyle bildiğimiz hocalarımızın, Neolitik hatta daha da öncesine aittir, yönündeki satır arası tahmini beyanlarını da duyduk, okuduk.

Batı Anadolu örneklerine bakalım. Antalya’dan tüm Ege bölgesi dağlık alanlarına yayılmış, bildiğimiz ve daha henüz bilmediğimiz pek çok kaya resimlerinin hemen hepsinin, gene çok yakın zamana, Etnografik çağlara ait olduğunu da biliyoruz. Buna rağmen akademisyen olsun ya da alaylı, konuyla ilgilenen kimileri tarafından önerilmiş olan tarihler gene hatalıdır. Tanımlamalar doğru değildir.

Henüz bir kitap yazmamış olsak da 2009-2025 petroglif dünya literatürü bilgimiz dâhilindedir. İyi kötü anlıyoruz. Durum buyken Necati hocamız 11 yıldır, bu kargaşaya bir son vermek, konuyla ilgili akademik düzeyde araştırmalar yapmak, bilgiyi dünya ölçeğinde karşılaştırmalarla değerlendirmek üzere harekete geçmiş. Ancak her seferinde ret yanıtı almış. Bu ne bir bölüm, ne bir enstitü ne de bir fakülte. Araştırma merkezleri ille de kadro gerektirmez. Mekân, alet edevat, yardımcı, asistan gerektirmez. Olsa daha iyi olur ama olmadan da iş bir şekilde gider. Merkezler üniversiteye bu bakımlardan yük olmaz. Hocamızın üniversitelerinde tam 66 tane araştırma merkezi gözüküyor. İlgili-ilgisiz. Gerekli-gereksiz. Petroglif araştırmaları merkezi ne o üniversitede ne de Türkiye’de başka bir üniversitede kurulmuştur. Hoca zaten aile boyu kitap yazmış koymuş. Bildiğim kadarıyla onun umurunda değil. O kazanacağını zaten kazanmış. Kaybeden bilimdir. Kaybeden üniversitedir. Kaybeden, o alanda uzmanlaşmak isteyen genç bilim insanı adaylarıdır. ‘Geçmiş olsun’ diyesim geliyor ama umarım geçmiş olmaz.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

4 Yorum

  1. Petroglifler(-kaya resimleri ) binlerce yıl önce taşlara kazınmış, ilkel dönem insanının estetik, sanatsal yetenek ve güçlü ifade gücünün paha biçilmez kanıtlarıyken, günümüzde Türk mirasına ait bu değerleri korumakta yaşadığımız zorluklar, sanki tarihten silinmeye çalışılıyormuşuz ya da bu konuda giderek daha da geriye gidiyormuşuz hissi uyandırıyor.

    • 9 Haziran 2025, 17:15

      Hiç karamsarlığa düşmeyin bizler hala buradayız, bizden sonra öğrencilerimiz burada olacaklar 🧿😊🙏

  2. 8 Haziran 2025, 14:06

    Sayın Güneri, verdiğiniz bilgiler çok önemli, ancak sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi, geri kalmış ülkeler bilime gereken önemi vermiyor. Dolayısıyla bilime ve sanata değer vermiyen ülkeler de bir türlü ilerlemiyor. Bu arada Türk düşmanlığı da cabası.

  3. 6 Haziran 2025, 20:21

    Kötünün kanatları ve gagaları güçlüdür. İyinin kendine ve haklıya, inancı, direnci ve azmi belirleyicidir. Ne denir: yenilenler değil, vazgeçenler başaramaz.

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya abone olun!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet