Avatar
Ahmet Müfit

Bayram değil, seyran değil…

featured

Ahmet Müfit yazdı…

Geçtiğimiz Cuma günü, Meral Akşener’in, “Geldiğimiz noktada İyi Parti bir kıskaca alınmış, bir dayatmaya mecbur bırakılmış, tıpkı yıllardır Türk milletine yapıldığı gibi ölümle sıtma arasında bir tercihe zorlanmıştır ve elbette buna boyun eğmeyecektir. Sağduyusunu azme çevirecek, kişisel ikbal hesapları için üretilmiş devşirme bir siyasetin ‘hınk deyicisi’ olmayacaktır” diyerek 6’lı masadan kalkmasıyla başlayan süreç, yoğun pazarlıklarla/gizli açık tehditlerle geçtiği anlaşılan üç günün ardından, Akşener’in masaya dönüşü ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığına partisi adına imza atarak onay vermesiyle sonuçlandı.

Ne oldu, neden oldu, niye ayrıldı, niye döndü?

Masadan kalkış nedeni konusunda, Akşener tarafından dile getirilen gerekçe, yaptırmış oldukları anketlere göre kazanma şansı az olan Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda karşı karşıya kaldıkları etik olmayanı baskı.

Masadan kalkma süreci öncesi yaklaşık son iki-üç ayda yaşananlar göz önüne alındığında -saraçhane Mitingleri, Yaşar Okuyan ve Cihan Paçacı’nın açıklamaları-, bu açıklamanın, en azından gerçeğin bir kısmını oluşturduğunu söylemek mümkün. Gerçeğin bir kısmı deme nedenim, 6’lı Masa’nın diğer 5 üyesi ve Masanın gizli ortağı HDP’nin, üniter devlet, Türk kimliği vb. konulardaki baskısının -her ne kadar son yaşanan süreçte dile getirilmemiş olsa da-, İyi Parti örgütünde neden olduğu söylenen ciddi rahatsızlık.

Kalkışa ilişkin durum kısaca bu. Gelelim, esas önemli olan niçin geri döndüğü konusuna. Akşener’in İmamoğlu ve Yavaş’ın Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı “şartı koyması” gibi, saçmalığı baştan belli açıklamalar ile İsmail Saymaz’ın, Akşener ve Babacan arasında yaşandığını söylediği tartışmalara ilişkin dedikodu nitelikli haberleri bir yana bırakılırsa, gerçek anlamda iki farklı gerekçeden bahsetmek mümkün.

Akla gelen ilk gerekçe, Şubat ayı başında, “O masayı dağıttığı anda ben ve benim neslimin söyleyecekleri var. Belgeler var, dosyalar var. Konuşturtmasın beni” diyerek, Meral Akşener’in altılı masayı dağıtması halinde onunla ilgili belgeleri açıklayacağını, CHP üyesi sıfatıyla söyleyen, Yaşar Okuyanın sözleri. Bu sözler üzerine yargıya başvuracağını söyleyen Akşener, gerçekten yargıya başvurdu mu bilmiyoruz. Bildiğimiz, Okuyan’ın benzer açıklamaları, malum Cuma günü sonrası da sürdürmüş olması. Yanlış anlaşıldım, sehven söyledim, açıklamam çarpıtıldı gibi, son yıllarda benzerini çok fazla görmeye alıştığımız şekilde geri adım atmaması, ancak elinde olduğunu söylediği belgeleri de açıklamaması yani olayın “şantaj” niteliğini sürdürmüş olması. Hakkında “belgelere” sahip olduğunu söylediği bir kişinin desteğiyle oluşacak bir iktidar olasılığına katkı veriyor olmaktan rahatsız olmaması ise sanırım kendisi açısından ciddi bir kişilik sorunu olarak değerlendirilebilir.

Akla gelen ikinci gerekçe, uzun zamandır ama özellikle Rusya ile ilişkilerin artırılması/savunma sanayini de içerecek şekilde derinleştirilmesi, ulusal çıkarlar nedeniyle İsveç ve Norveç’in NATO’ya alınma planlarına taş koyulması sonrası AKP’den desteğini çeken uluslar arası mali sermaye ve arkasındaki siyasi güçlerin baskısı. Ne dediğimi anlatabilmek için, malum Cuma günü sonrasında batı basınında ve “yerli” batı muhiplerince yapılan açıklamalara bakmak sanırım yeterli. Gerek genel olarak batı basınına gerekse Timothy Ash ve benzeri, hükümetlerin gayri resmi sözcüsü nitelikli yazarların, üç günlük kriz dönemindeki yoğun mesailerine ve yorumlarına baktığımızda görünen şey, Akşener’in ayrılmasının genel olarak Batı cephesinin çok büyük tepkisini çektiği ve dönmesi için yoğun çabaların gösterildiği. Bazı çok bilmişler, “dıj güçler” diyerek bu durumu kendilerince alaya alsalar da gerçek bu. Batının tepkisi böyle olunca, bizim her dem batıcı -günümüz Ali Kemal’i- yazar-çizer takımı da o yönde yazılar yazdılar. Daha da ileri giderek, Akşener’in masadan ayrılma kararının ardında Putin’in olduğunu dahi söylediler.

Sonuç olarak baktığımızda, masaya dönüş konusunda, her iki gerekçenin de geçerli olabileceği açıktır. Hele ki, siyasetin, dosyalar ve gayrimeşru şantaj kasetleriyle şekillendirildiği, ortaya çıkan dosyaların ise ironik bir şekilde en fazla bir haftada unutulduğu bir ülkede. Ancak, kişisel olarak Akşener’in dönüşünü sağlayan gücün, hali hazırda yabancı para cinsinden yaklaşık olarak 620 milyar dolar borçlu olduğumuz yerde yani uluslar arası finans sistemi ve ardındaki siyasi güçler arasında aranmasının daha doğru olduğu kanısındayım.

Yanıtlanması gereken son soru, bu işin yalnızca borç para ve bu borcun tahsil edilmesiyle mi ilgili olduğu.

Osmanlı’nın borçlarının/borçlandırılmasının sonucunun, Düyun-u Umumiye İdaresinin (Genel Borçlar İdaresi) kuruluşu yani mali egemenliğin fiilen para satıcılarına devri ve ülkenin bölünmesi yani Sevr Antlaşması olduğu -günümüzdeki karşılığı Üniter devletin ortadan kaldırılması- hatırlandığında, konunun yalnızca borç verilmiş paranın tahsilatı ile ilgili olmadığı sanırım son derece açık.

 

Bayram değil, seyran değil…

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. 7 Mart 2023, 21:18

    peki ülke bölünmekten kurtulabilecek mi?

  2. Çok güzel bir yazıydı, bitmesine şaşırdım yarıda kalmış gibi hissettim hocam, biraz daha açıklayabilir misiniz? Sonuçta, o masadaki herkese ilişkin millette bir soru işareti zaten varken, tahsilatın muhatabı neden Akşener oldu?

Giriş Yap

VeryansınTV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!