Bilin Neyaptı yazdı…
Aralık 2021’deki faiz indiriminden sonra artan ve jeopolitik ve deprem şoklarıyla da beslenen enflasyon, cari açık ve döviz rezerv problemleriyle baş etme amacıyla adeta yamalama usulü yapılan çok sayıda piyasa müdahalelerinin çare olmadığının iktidarca bile artık kabul edildiği seçim sonrasında, iktidar Batı’dan ekonomi yönetiminde liyakat ithalatına başvurdu. Ekonomi yönetimine Birleşik Krallık ve ABD’den getirilen Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkal’ın parlak addedilen
özgeçmişlerinin piyasalara ekonominin düzeleceği sinyali, CDS primindeki düşüşe de yansıdı.
Hazine ve Maliye Bakanı olarak Mehmet Şimşek’in ilk icraatı; KDV ve ÖTV artışları ile, AKP’nin seçim harcamalarının mali faturasını, kendisinin de parçası olduğu iktidar döneminde büyüyen yoksul kesime çıkarmak oldu. Aklıselim her iktisatçının dillendirdiği servet vergisi ve/ya da ikiden
fazla konut ve araç sahiplerinin artan oranda vergilendirilmesi, affedilen vergilerin ödenmesi zorunluluğu ve döviz ödemeli KÖİ ödemelerinin makul bir kurdan TL’ye dönüştürülmesine ise hiç
yanaşılmayacağını tahmin etmek zor değil. Seçim öncesi büyük umutlar vaat eden Gabar haberlerine rağmen, benzin fiyatlarına peş peşe artış yapıldı. Deprem için toplanan yardımların ise nasıl kullanıldığı hakkında yine şeffaflık olmadı. M.Şimşek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişteki iktidar vizyonunu özetleyen, Berat Albayrak’a da verilen “dış ülkelerden para bulma” misyonuna uygun şekilde, BAE ve Katar ziyaretlerinde bulunarak yaklaşık 15 milyar Dolar sözü almış görünüyor.
AKP iktidarının 22. yılında 8. TCMB Başkanı olan H.G.Erkan (ki son 10 yıldaki 6. Başkan olarak yaklaşık 1.5 yıl olan görev süresini aşıp aşmayacağı merak konusu), geçtiğimiz Perşembe, Enflasyon Raporu bilgilendirme toplantısı bağlamında, basın ile ilk iletişimini gerçekleştirdi. Sunumu, bir önceki başkanın inandırıcı olmayan ve güven vermez tutumu ve dolayısıyla ciddiye alınmaz hale gelen toplantılara tezat, merakla beklenmekteydi. H.G.Erkan’nın toplantıdaki duruşu ve iletişimi profesyonelce idi; küresel koşullardan bahsetti ve içteki durumu bazı göstergeler üzerinden anlatırken; merkez bankalarının asli görevi olan parasal istikrar odağına vurgu yaptı. Ancak, 10 yıldan fazladır tutmamış olan enflasyon hedeflemesi politikasına atıf yapmadığı gibi (ki uygulama özelliklerinin sağlandığı bir dönemde de değiliz), iki yılda varılması öngörülen %15’lik enflasyon oranı da gerçekçi görünmüyor. Sonlanması konusu açılmayan KKM ödemelerinin TCMB’ye devri de ek bir sorun kaynağı.
Başkanın sunumundaki ögeler, M.Şimşek’in adımlarıyla da birleşerek, her ne kadar, kaçınılmaz ama ‘kontrollü’ faiz artırımı dışında, iktidar tercihlerine uygun kalarak kısa vadede iktidara bir ölçüde nefes aldırabilecek görünse de, Türkiye’nin yapısal, kurumsal ve yönetsel sorunlarına hakim iktisatçıların beklentilerini karşılamaktan hayli uzak kaldı. Sebeplerin başında, para politikası ile uyumlu tasarlanması gereken maliye alanında, ikinci paragrafta anlatılan politika tercihleri
ışığında refah dağılımını düzeltme hedefinin ve asıl israf ve verimsizliğin kaynaklarının üzerine gitme ihtimalinin olmayışı var. Zira mali baskınlık ve üretim-istihdam sorunları çözülmeden ve TL tasarruf yapılamayan bir ülkede parasal istikrar mümkün değil.
Faizlerin onlarca müdahale ve düzenlemeyle piyasa değerlerinden uzaklaştırılmış olduğu bir durumda; reel mevduat faizinin daha büyük negatif oranlara gelmesinin olumlu göstermesi, özellikle enflasyon üzerindeki artan kur geçişkenliği durumunda sorunlu. (kur oynaklığına müdahale edilmesi normal işleyen bir sistemde bu doğaldır, ama mevcut durumda sadece daha çok belirsizliğe işaret eder.) Politika faizinin enflasyonun çok altında kalmış olması da bununla birlikte okunursa; seçici krediler ile birlikte ihracatçıya destek olacak şekilde kurda artış devam edecek görünüyor. Ancak Orta Doğu’dan gelecek portföy yatırımları ve Çin ile olası yatırım anlaşmaları ile kur artışının bir ölçüde kısıtlanma ihtimali de mevcut.
Bununla birlikte, sunumda vurgusu yapılan talep enflasyonun temel sebebi, zaten enflasyondaki artış ve belirsizlik nedeniyle öne çekilen dayanıklı tüketim ve finansal yatırım amaçlı araç alımları iken; ücret artışlarının haksız yere hedefe konması da problemli. Oysa işgücüne katılım oranı sadece %50’lerde, genç ve geniş tanımlı işsizlik %20’lerde, ücretlilerin yarıdan fazlasının asgari ücretli olduğu bir ülkede enflasyon talep bazlıdır derken insaf edilmeli! Nitekim sunumda da görüleceği üzere, gelişmekte olan ülkelerde imalat sanayii toparlanma gösterirken Türkiye’de durum tersidir. Peki; acaba yine bu sunumda sözü edilen “etki analizi”nde bunca negatif reel ve seçici kredi faizine
rağmen üretimde neden toparlanma olmadığının ve aramal ithal ikamesinde gelişme olup olmadığının cevabı da aranmakta mıdır? Seçici kredi uygulaması kimleri ve neyi seçecektir?
Türkiye’de enflasyonun temel sebebi; iktidarın kötü ve plansız eğitim, üretim/kaynak dağıtım politikalarıdır. Bu teşhis doğru yapılmadan, H.G.Erkan’ın sözünü ettiği optimizasyon problemi doğru kurulamaz ve ekonomiyi dengeye ulaştırmaz; Türkiye’nin asil sorunu potansiyel çıktı açığı değil, potansiyel büyümeyi kısıtlayan dengesiz ve kalkınma karşıtı (yoksullaştıran) büyümedir. Ne Erkan ne de Şimşek bu konuları teşhis ettikleri ve tedavi edeceklerine ilişkin bir ümit verebilmiş değil…oysa uzun vadeyi planlamadan kısa vadelerin getirdiği yer ortada !
Sonuç olarak, seçim sonrası ekonomi yönetimindeki değişim, kanımca gelişmeye değil, biraz daha oyalanmaya işaret ediyor. Enflasyon ve cari açık problemlerin üzerine, yine temel sorunların teşhisini yapma ya da bunları sorun olarak görme niyetinde olmadan gidiş, ülke sorunlarını korkarım yine büyütür. Bu korkumun temeli; üretim ve istihdamı artıracak çözümler yerine, stratejik ürünlerimizin dahi üretimini daha çok dışa bağlayan ve kamu varlıklarının yabancıya satışını tercih eden bir siyasetin, tam bağımsızlığımız ve milletin refahı ile büyük çelişkisi.
Optimizasyon yerine iyileştirme kullanalım.
Bu kelime HGE’ın söylemine istinaden kullanılmıştır.