ÜLKESİNİ YÖNETEMEYEN ÜLKE YÖNETİCİLERi
Gelişmiş ülkelere hayranlık, kökleri geçmişe dayanan eski bir geri kalmış ülke alışkanlığıdır. Sömürü ve geri kalmışlıktan kaynaklanan ülke sorunlarını çözemeyen azgelişmiş ülke yöneticileri, ‘zengin Batıya’ özenirler ve ona yakınlaşmak için her türlü ödünü verirler. Batı sorunuyla kalkınma istemini, sağlıklı bir bütünlük içinde ele alıp ulusal hakları geliştirebilen azgelişmiş ülke yöneticisi kalmamış gibidir.
Günümüzde Batı’yı ele alışla, 19.yüzyıldaki Batı’ya bakış arasında büyük bir benzerlik vardır. Ayrımlar biçimseldir. Dünün Batı hayranı çelebi aydınları bugün hırçın küreselleşmeciler, dünün Batı düşmanı imanlı dindarları bugün gönüllü emperyalizm savunucularıdır. Aralarına liberalleşen ‘solcuları’ ve ayrılıkçı Kürtleri de alıp, ortak paydası akçalı işler olan ilişkilerle yazgılarını birleştiriyorlar.
ÜLKE YÖNETİMİNE GELME YOLU
Bugün, dışa bağımlı duruma gelmiş ülkelerde yönetici olabilmenin geçerli yolu (ya da tek yolu), küresel politikayı tartışmasız kabul etmek, içte ve dışta savunup uygulamaktır. Yönetime gelmeyi ve süresini belirleyen ölçüt, bu konuda gösterilen başarıdır. Bağımsızlık yanlısı ulusçu kadroların yönetici olmaları neredeyse olanaksızdır. Bu unsurlar yönetime gelseler bile, önlerine çıkarılacak engelleri sürekli olarak aşmak, darbelere, engelleyimlere (ambargolara) karşı direnmek zorundadır. Bu engellere takılarak yönetimden uzaklaştırılan birçok az gelişmiş ülke yöneticisi vardır. Musaddık, Goulart ve Allende bunların en bilinenleridir.
Birçok az gelişmiş ülke yöneticisi için; uluslararası anlaşmaların niteliğine, işleyişine ve uygulama sonuçlarına kafa yormak, yararsız bir iştir. Onlar, bu tür uğraşılar için zaman ayırmazlar. Temel atma ve açılış törenlerine, basın açıklamalarına, spor karşılaşmalarına ya da ülkele arası politik gezilere giderler. On binlerce sayfa tutan uluslararası anlaşmaları, hiç incelemeden imzalayarak küresel ‘ortaklıklara’ girmenin övüncüyle dolaşırlar.
120’den çok ülkenin üye olduğu Dünya Ticaret Örgütü’nün (WTO), 1996’da Singapur’da yapılan Bakanlar Konferansı’na onlarca bakan katıldı. Katılımcılar, imza attıkları anlaşmalardan o denli uzaktılar ki, Bernard Cassen Le Monde’da çıkan yazısında şunları söylüyordu: “Dünyanın dört bir yanından gelerek anlaşmaya imza koyan devlet görevlilerinden kaçı, serbest ticareti üretmek için çalışan bu muazzam aygıtı yaratan GATT’ın Uruguay raundunun 1994’te Marakeş’te imzalanan 500 sayfalık final metni ile pazara dahil olunması konusundaki özel yükümlülüklerle ilgili 24 bin sayfa tutan tamamlayıcı ekleri okuma zahmetine katlanmıştır?”1
Avrupa Birliği’yle ilgili; anlaşma, karar, işleyiş ve araştırmayı kapsayan 100 bin sayfayı aşkın yazılı metin vardır. Bu anlaşmalardan, Gümrük Birliği’ne katılan, Avrupa Birliği’ne katılmak için yoğun çaba harcayan Türkiye’de, bu metinler tam olarak incelenmediği gibi, uzun yıllar çevirileri bile yapılmadı.
BİLİSİZ (CAHİL) YÖNETİCİLER VE İŞBİRLİKÇİLİK
Genel bir durum olarak uluslararası anlaşmalar hakkında en az bilgiye sahip olanlar, bu anlaşmaları en çabuk imzalayan azgelişmiş ülke yöneticileridir. Bu yöneticiler içinde, oturdukları koltuğa dışarda eğitilerek getirilenlerin sayısı bilinenden çoktur. Değişik biçim ve adlarla, karar yetkilerini yurt dışına devretmemiş azgelişmiş ülke yöneticisi bugün kalmamış gibidir.
ABD Savunma Bakanı Mc Namara 1962 yılında, Temsilciler Meclisi Alt Komitesi’nde yaptığı konuşmada Kongre’ye şu bilgileri veriyordu: “Birleşik Devletler ve yabancı ülkelerdeki askeri okullarımızda ve eğitim merkezlerimizde seçme subaylar ve önemli mevkilerde bulunacak uzmanları eğitmemiz askeri yardım yatırımlarımızdan sağlanan yararların herhalde en önemlisidir. Bu öğrenciler, ülkelerine dönüşlerinde eğiticilik görevlerini orada sürdürecek olan ve hükümet yetkililerince seçilmiş görevlilerdir. Bunlar gerekli bilgilerle donatılmışlardır. Onlar burada edindikleri bilgileri kendi ülkelerine taşıyacak olan geleceğin liderleridir. Amerikalıların ne yapmak istediklerini ve nasıl düşündüklerini gayet iyi bilirler. Bunların liderlik mevkilerine gelmelerinin bizim için ne kadar önemli olduğunu belirtmeye ayrıca gerek görmüyorum. Böyle dostlara sahip olmanın değeri ölçülemeyecek kadar çoktur.”2
DEVLETİN ELE GEÇİRİLMESİ
1960’lı yılların sonlarında, ABD hükümeti, Amerikan Yardım Teşkilatı’nın (AID) Türkiye’deki verimini saptamak için bir uzman göndermişti. Richard Podol isimli bu ‘uzman’ hazırladığı yazanakta (raporda) şunları söylüyordu: “yirmi yıldan fazla zamandan beri Türkiye’de faaliyette bulunan yardım programı bir zamandan beri meyvelerini vermeye başlamıştır. Önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bir bakanlık ya da KİT hemen hemen kalmamıştır. Genel müdür ve müsteşarlık mevkilerinden daha büyük görevlere kısa sürede geçmeleri beklenir. AID bütün gayretlerini bu gruba yöneltmelidir. Geniş ölçüde Türk idarecilerini indoktrine etmek gerekir…”3 (İndoktrine; sözlük anlamı: Beyin yıkamak, bir inancı veya öğretiyi, kafaya sokmak, fikir aşılamak.)
‘Söz dinleyen’ bürokratların, seçim ya da darbeyle yönetime gelen hükümet yetkililerinin ve politikacıların büyük bölümü, yaptıkları işlerin devleti çökerttiğini bilir. Bulundukları yer için yetiştirilenlerin dışında kalanlar, başlangıçta, uygulanan ulus devlet karşıtı politikaların, çağın gereği ileri atılımlar olarak gördü ve buna inandı.
İşin gerçeğini anladığında, artık yapacak bir şeyi yoktu. Bunlar hızla değişim göstererek; gerçekleri görmek istemez duruma geldiler. İnanmak istediklerine inanarak, dışarda özel olarak yetiştirilmiş olanlarla birlikte, ülkelerini yönettiler.
YOLSUZLUK
Azgelişmiş ülkelerde, yolsuzluk çamuruna bulaşmamış, karanlık ve karışık ilişkilere girmemiş hükümet yetkilisi ve üst düzey yönetici aramak, dünyada saf ırk aramak gibidir. Ele geçirilen yönetim yetkisi, ülke ve halkın haklarını korumak için alınan sorumluluklar değil, artık para ve yönetme hırsının tatmin araçlarıdır.
Üçüncü bir sektör haline gelen bu ilişkiler, yazılı olmayan özel ‘yasalara’ sahiptir ve son derece profesyonelce yürütülür. Kimse kimsenin açığına bakmaz, herkes yurt dışı banka hesaplarındaki sıfırları arttırma çabası içindedir. Bunlar, temel özellikleri bakımından ülkeden ülkeye değişmeyen günümüz politikacılarının en belirgin tipidir. Seçimleri sürekli bunlar kazanır ve ülkeyi sırayla yönetirler. Bunlar, siyaseti getirisi yüksek bir meslek durumuna getirmişlerdir.
Gelecek Bilimcisi, küreselci düşünür John Naisbitt, azgelişmiş ülke yöneticilerinin nasıl olması gerektiğini şöyle açıklamaktadır: “Yeni liderler artık devletlerarasındaki değil, bireyler ve şirketler arasındaki stratejik ittifakları kolaylaştıracaklar ya da en azından karşı çıkmayacaklardır… Bugün dünyamızda tanık olduğumuz şey birbirinden ayrı ve karmaşık bir olaylar yumağı değil, bir süreç; hükümetsiz bir yönetimin yayılmasına doğru ilerleme süreci… Politik partiler öldü. Liderler bunu fark etmiyor mu ?”4
Dipnotlar
1 Bernard Cassen (Le Monde Diplomatique) ak. Cumhuriyet “Ticaretin Küreselleşmesinden En Çok Amerikan Şirketleri Yarar Sağlıyor” 22.Aralık.1996
2 Hearing, Washington, D.C. 1962 Vol.I. sf.359 ak. H.Magdoff “Emperyalzim Çağı” Odak yay., 1974, sf.155
3 Yalçın Doğan Cumhuriyet 17-19 Ağustos 1975 ak. Emin Değer “Düşünce Özgürlüğü Çıkmazı” Tekin Yayınevi, 1995, sf.175
4 “Global Paradoks” John Naisbitt Sabah Kitapları, 1994, sf.31 ve 34
Süper süper bir yazı bir başyapıt evet hükümetsiz bir yöntemin yayılmasını istiyorlar başıbozukluk istiyorlar sonra teknolojik mesih gelecek kurtaracak (!) üstelik artık ideolojik fikirler değil teknolojik kontrol merkezleri yönlendirecek toplumları ..günümüzde tek düşünce var artık karnını doyurmak iş bulabilmek ve bunları korumak …insanları çıkışsız labirentler arasında koşuşturan fareler gibi yaptılar ..insanın tanımı değişti..ancak henüz adı konmadı…
Ülkemizde bu yazının okunup anlaşıldığı ülkede sadece aklı başında insanların yaşamasını istiyorum .