Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…
Daha 9-14 yaşlarındayken ilçemizde bulunan sinemalar tek eğlencemizdi. 1974-1980 yılları arasında Yeşilçam, sinema sektörü krize girdiği için erotik filmlere ağırlık veriyordu. Bu tarz filmler ilçemizdeki açık-kapalı beş sinemada dönüşümlü olarak gösterime giriyor; izleyiciye başka seçenek de bırakmıyordu. Ne zaman bir film izlesek suçluluk duygusuna kapılıyor, evimize giden her iki yolu çepeçevre kuşatmış mezar arasından korkuyla geçmek zorunda kalıyorduk. Özellikle geceleyin sinemadan dönerken mezarlıklardan geçmek yürek işiydi. Yol ilerledikçe karanlık koyulaşıyor; içimizdeki korkuyu (aslında kendimizce suçluluk duygusunu) kimimiz ıslık çalarak, kimimiz bildiği bütün sureleri titrek sesiyle okuyarak yeneceğimizi sanıp bir an önce eve varmak için adımlarımızı hızlandırıyorduk. Korkumuzu, (ölüleri) korkutarak yenmek gibi akıllara zarar bir alışkanlığa tutulmuş idik.
Islık çalmak ya da dua okumak, içimizdeki korkuyu bastırır inancıyla soluk soluğa eve kendimizi zor atardık. Ne var ki ne ıslık ne de dua ölüleri korkutmuyor; aksine içimizdeki korkuyu habire kızıştırıyordu. Korku ve korkutma el eleydi, farkındaydık. Oysa ne ölüler korkuyor ne de korkumuzdan kurtulabiliyorduk.
Firavun zihniyetini anlamak için önceki yazımı yeniden okumak gerekir ki devamı olan bu yazıyla bir anlam köprüsü kurabilelim.
Zamansal gerçeklik ama zaman üstü hakikat olan Firavun kuşkusuz bir suç makinesidir. Ergenlik arifesinde erotik Yeşilçam filmleri izleme haylazlığından daha ciddi ve vahşi bir suçluluktan söz ediyorum. Firavun suçlu olduğunu, taraftarı ya da yandaşı olmayanlardan çok daha iyi bilmektedir. Suçluluk psikolojisi sürekli içinde büyür; aklını, iz’anını, vicdanını ve ruhunu kemirir. Bu ise en büyük korkudur. Firavun hep korku içindedir. Aslında onu kemiren suçluluk duygusu normal şartlarda vicdani ve insani bir hesaplaşmaya götürürdü. Ne var ki Firavun, suçu, varoluşunun biricik nedenine dönüştürmüştür. Kendisiyle hesaplaşmaya gitmesi, insanlaşmasını; tahakküm, kibir ve zulümden vazgeçmesini sağlayacağı için varlık nedeni ortadan kalkacaktır. Bunun yerine, içsel huzursuzluktan korkuya ve korkudan da korkutmaya doğru giden yanlış yolu tutmaktan başka çaresi yoktur diye düşünür. Bu içsel ıstıraptan kurtuluşun tek çaresi ona göre, içindeki korkuyu çevresine korkutma ve tehdit olarak yansıtmaktır. Çöl devesi, ağzını kanatan dikeni yedikçe kanın sıcaklığıyla iştaha gelir. İştaha geldikçe ağzı daha çok kanar. Ama diken, açlığını gidermediği gibi ağzı giderek daha çok kanamaya devam eder. İşte Firavun, suçluluk duygusunun semirttiği içindeki korkuyu, başkalarını korkutarak yenmek ister; acıktıkça o, dikeni yer, diken de onu yer.
Kur’an’daki Firavun tiplemesi de buna benzer.
Ezilenlerden biri çıkıp Firavun’a “yeter artık” diyebilir.
Firavun, ezilenler arasından birinin çıkıp iktidarını elinden alacağı korkusuyla yaşar. Bunun için de halkın ‘özellikle erkeklerini öldürtür’:
“Onları o yerde iktidara getirelim de Firavun’a, Haman’a ve onların askerlerine, ezdikleri gruptan korktukları şeyi gösterelim.” (Kasas, 6).
Firavun, halkına nasıl zulmettiğini, insanlık dışı baskı ve tehditle onları sindirdiğini ve bu irtikaplarının, ahrete bile kalmadan, dünyada cezasının verilebileceği korkusuyla kendini yer bitirir. Tarih böyle örneklerle doludur. Firavun’un ve onun izinden gidenlerin nasıl cezalandırdığına dair pek çok ayet görebilirsiniz. Ne var ki ilahi adalet, Firavun için iki kez tahakkuk eder: İlki, ezdikleri arasından biri çıkıp iktidarını yerle yeksan eder. Bu dünyadaki cezasıdır. Bitmedi. Ahretteki cezası, ilk cezaya rahmet okutacak şiddettedir. Kuran bunu söyler.
Firavun, iktidarda kalmak ve taptığı gücü yitirmemek için halkı birbirine düşürür.
“Şüphesiz Firavun, ülkesinde büyüklük taslamış ve halkını sınıflara ayırıp birbirine düşürmüştü. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozguncunun biriydi.” (Kasas, 4).
Güç ve iktidar, Firavun zihniyetinin, her düşünce, duygu ve davranışında kaybetmek korkusuyla hareket etmesinin yegâne sebebidir. Sahip olduğu gücü yitirmek korkuların şahıdır çünkü korkusu ve korkutmasının tek dayanağı güç ve iktidardır. Onlar yoksa, Firavun bir hiçtir. İyi şeyler yaptığını savunur ama bozguncu olduğu için elini değdirdiği yer kurur, çürür.
Bunu yitirmemek için ne yapar?
Gücü ve iktidarını sürdürmek, sonsuzluğu korku-korkutma diyalektiğinde bulduğuna kendini inandırmak için yönettiği halkın yekpare yapısını bozmaktan başlar. Bir tarafı kayırırken diğer tarafı ezer; kayırdıklarını ezdiklerinin üzerine salar, kışkırtır. Ama aslında hiçbir tarafı gerçekten seviyor değildir. Karşıtlarına korku verdiği sürece yandaşlarını kendilerini sevdiğine ve koruduğuna inandırır. Durum tersine dönse, o da kayırdığı tarafı değiştirecektir. Çünkü esas olan taraftarlar değil, güç ve iktidarının el değiştirmemesidir.
Firavun’un gözünde güç ve iktidar her cürmü meşrulaştırır.
Firavun, “bırakın beni de şu Musa’yı öldüreyim! Tanrısına yalvarsın bakalım, kurtulabilecek mi? Çünkü onun, dininizi değiştirmesinden yahut ülkede huzursuzluk çıkarmasından kaygı duyuyorum”, dedi.” (Mü’min, 26).
Hz. Musa, müzmin bir muhaliftir. Doğruya ve hakikate bağlıdır. Hiçbir fani Musa’ya kendini tanrı olarak sunamaz. Musa ilahi ve insani hakikatin aynasıdır. Firavun Musa’da ete kemiğe bürünmüş hakikatle baş edemeyeceği korkusuyla onu öldürmeyi göze alıyor. Kendini haklı herkesi haksız sanır. İlgili ayette “dininizi değiştirmesinden yahut ülkede huzursuzluk çıkarmasından korkuyorum” derken, Firavun, din ve iktidarı aynı anlamda kullanarak dinciliğin çok eski tarihlere kadar uzandığını gösteriyor. Dinciler, sahip oldukları iktidarı ve elde ettikleri gücü, kendilerince uydurdukları dini kullanıp aslında hegemonik güdü ile sürdürme peşindedir. İktidar ve din Firavun lügatinde aynı anlama gelmektedir. Musa ve onun hakikat bilgisine inananlar, Firavun’un din kılıfı altında korumaya çalıştığı zalim düzenin, onun din dediği şey olduğunu biliyordu. Kendi hegemonyasını din kavramıyla kutsallaştırıyor, baskı ve zulmüne direnenleri, “din düşmanı” olarak fişliyordu. Firavun dininin ortadan kaldırılmasını Hz. Musa başaracaktı ve Firavun, gücün elinden kayıp gideceğini bildiği için, “din elden gidiyor ey millet” diye çevirebileceğimiz şekilde, “bunlar dininizi değiştirip huzursuzluk çıkaracaklar” korkusuyla tükeniyordu. Öyleyse Firavun iktidarı için, Hz. Musa’yı bile öldürmek “kutsal” cinayet” oluyordu.
Firavun, hakikat elçisi Musa’yı öldürmeye kalkarken, ayetten anlaşılıyor ki bunun doğru olmadığını düşünen kimseler araya girip onu bundan vazgeçirmeye çalışmışlardı. Ama korku dağları yol edince gözü dönmüş o kral, Musa’yı ve inananları bazen ölümle bazen de hapse tıkmakla tehdit etmeye varan çılgınlıklar sergiliyordu:
“Musa’ya, “benden başkasını tanrı edinirsen seni hapse tıkarım”, (Şuara, 6) diyerek her türlü baskı kartını deniyordu. Bütün bunlar Firavun’un korkudan kaynaklanan korkutma ve yıldırma hamleleriydi.
Firavun, iktidar ve gücü korumak için yandaşlarını ödüllendirir.
“Büyücüler geldiklerinde Firavun’a, “üstün gelen biz olursak, gerçekten bize bir ödül var mı? Dediler. (Şuara 41). “Firavun, “evet”, dedi; “o takdirde gerçekten has adamlarımdan olacaksınız”. (Şuara, 42).
Has adamlar, efendilerini krallıkta tutmak ve krallık var oldukça nemalanmak için onun dediğini harfiyen yerine getirirler. İşleri göz boyamak; yalan söylemek ve halkı kandırmaktır. Olsun, sonunda, sayelerinde sürüp giden Firavun iktidarının nimetlerinden sınırsızca yararlanmak söz konusudur. Hz. Musa, hakikatten başka ne verebilirdi ki?
Eleştiri saltanatı sallar.
“Firavun Musa’ya, “seni çocukluğundan beri yanımıza alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda yapacağını yaptın. Sen nankör birisin” dedi. (Şuara, 18-19).
Firavun rastlantı eseri yaptığı iyiliği korkusundan dolayı baş kakıncı yapmayı meslek edinmiştir. Saray’da yetişip Saray’ın zulmüne ve çürümüşlüğüne başkaldıran Musa, Firavun’un, her insanın yapabileceği şeyleri istismar ederek dogmatik bir körlükle suçlarına, korku ve korkutmalarına ortak olmayacak bilinçteydi. Musa’ya inananlar da onun bu korkak kokutmasından nasibini alırlar:
“Firavun dedi ki, “benim iznim olmadan ona iman ediyorsunuz, öyle mi? Anlaşılan o, size büyüyü öğreten üstadınızmış! Ama şimdi göreceksiniz! And olsun ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!” (Şuara, 49; benzer içerikler için bkz. Ta-ha, 71; A’raf, 123, 124).
Neye inanıp neye inanacaklarına Firavun karar veriyor. İnsanların ruhlarına, zihinlerine, bütün varlığına sahip olduğunu öne sürüyor. Onun izniyle iman etmek ya da etmemek mümkün olabiliyor. Peki birinin iznine bağlı bir iman ya da imansızlık nasıl düşünülebilir?
Al-i İmran 175’inci ayet bu saltanat sarhoşuna gerekli yanıtı verir: “Bakın, bu şeytan ancak kendi yandaşlarını korkutur. Mü’min iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.”
Firavun, şeytanın vücut bulduğu bir tiplemedir. Kuran doğru okunduğunda bu tiplemenin şeytan ta kendisi olduğu kolayca anlaşılır. Şeytan, güç ve iktidarı yine onu aldığı insanlara karşı silah olarak kullanır. Bu ise şeytan tıynetinin resmidir.
“Yalnız Allah’tan korkmak” demek, bütün Firavun zihniyetine ve onun tehditlerine boyun eğmemek; şeytana secde etmemektir. Tevhit, arı duru bir inancın ifadesidir. Bu inanç “öldürme, hapis, ödül vb”. Ile zedelendiğinde şeytanı Allah’a ortak koşmaya varır. Asıl korkulması gereken de bu acı sondur.
Korku ve korkutma, “verdikleri sözleri bozmaları ve bu nedenle lanetlenmeleri, kalplerinin kaskatı yapılması” (Maide, 13) sonucunu beraberinde getirir. “Firavun şeytanı, “kelimelerin yerini değiştirir” (Maide, 13) yalan ve aldatmaca şeytanlaşmanın adıdır. Firavun, şeytanlaşarak korkutur. Korkuyla yaşamanın verdiği acıyı, başkalarına korku salarak hafifletmeye çalışır.
Firavun kendinden ve iktidarından başka hiçbir şeye değer vermez.
Yandaşları Allah’ın huzurunda toplandıklarında Firavun’un hala kendilerini kurtaracağını sanır. Güçten gözü döndüğünü uzun süre anlamamışlardır. Ceza ve ödülü veren yalnız Firavun’dur çünkü o kendisini ilah ilan etmiş; şeytanlıklarıyla da halkı buna iyiden iyiye inandırmıştır.
“İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: “Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz? Onlar da “eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da katlansak da değişen bir şey olmayacak. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur.” (İbrahim, 21)
Görüyoruz ki Firavun’da sembolize edilen kibirli güçlüler, dünyada olduğu gibi ahrette de işledikleri suçların sorumluluğunu Allah’a yüklemeye devam ediyorlar. “O bize doğru yolu göstermedi, biz de size tuttuğumuz yolun doğru olduğunu söyledik, yanılmışız. Her ne yanılgı varsa Allah’tandır, biz temiziz” derler. Oysa Firavun halkını aldatmıştır. (Zuhruf, 54). Aynı senaryo tekrarlanıp duracaktır. Aklını kullanan milletler için dersler olduğunu unuttukça Firavunlar yönettikleri milletleri ezecek, güç ve iktidarını dinleştirecek ve karşı çıkanı “din düşmanı” ilan edecektir.
Yaptıkları nadir iyilikleri (Musa’yı sarayda büyütmek vb) kendilerinden, uyguladıkları kötülük ve zulümleri de Allah’tan bileceklerdir.
Ama Firavunlar bu dünyada hiçbir zaman içsel huzurun ve manevi dinginliğin tadını alamayacaklar; içlerindeki korku şeytanı onları korku salan şeytanlara dönüştürecektir. Dünyada korkularını yenmek için mezar arasında ıslık çalacak ya da iktidarını “din” diye sunup dua okuyacaktır. Firavun’un baskı ve zulümden kaynaklı korku ile yansıttığı her ıslık ve dua, içindeki korkuyu bitirmek şöyle dursun, korkutmanın “hapse tıkmadan öldürmeye” varan dozajını artıracaktır.
Hakk’a tapan Musa ile güce tapan Firavun Kur’an’ın temel ayrımını ifade eder.
Sayın Şâhin Filiz Bey, bilginizi ve akıl yürütme kâbiliyetinizi takdir ediyorum. Yinede “Firavun” ve “has adamlarının” güce tapıyor olmalarını anlıyorum. Firavun, Türkiye’nin güçlü olmak zorunda olduğunu gâyet iyi biliyor. Firavun, bilhassa bu günlerde “devletlerin savaş güçleri oranında ciddiye alındığını” çok iyi biliyor. Firavunu indirmek istiyorsak, Firavun’un başlattığı Türkiye’nin savaş gücünü arttıracak TCG Anadolu, KAAN, Turbojet motor, Altay tankı vs vs projelerin tamyol devâm ettireceğinden ve netîce alacağından emin olduğumuz bir şahsı seçmeliyiz.
Geceleyin uyumadan önce 13 Kasım 1918 de İstanbul boğazında, Dolmabahçe Sarayı önünde demirleyip toplarını devletimizin zirvesine çeviren düşman donanmasını ve 167 harp gemisini ve karaya çıkıp İstanbulu işgal eden 3626 düşman askeri imajını görmeliyiz. Binâenâleyh, aç olsakta savaş gücü yüksek olan bir devlet olmak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. Biz komşumuz Yunanistan gibi, batının kucağında oturan, batı tarafından korunan ve başı okşanan bir fino köpeği olamayız, içimizde öyle olmak isteyenler olsa bile katiyyen olamayız.