Ahmet Müfit yazdı…
Ocak ayı enflasyonunun, TÜİK’e göre dahi beklenenden yüksek, yüzde beşin üzerinde gelmesi ve yılbaşında verilen maaş zamlarının yarısını alıp götürmesi sonrasında, Merkez Bankasından gelen tartışmalı enflasyon hedefi revizyonu, -revize edilen şey, yaklaşık iki ay önce hedef diye sunup, ücretlerin belirlenmesinde esas olarak alınan hedef enflasyon rakamının, biz yanlış yapmışız denilmeksizin ve suç dış güçlere yani ABD, AB ve diğer gelişmiş ülke merkez bankaları ve hükümetlerine atılarak değiştirilmesi-, 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında başladığı ilan edilen ve yerli yabancı tüm piyasa severlerin desteğini alan enflasyonla mücadele programının, dış borcu artırmak, halkı ve ulusal ekonomiyi yok etmek dışında bir sonuç yaratmadığın ispatı niteliğini taşıyor.
2023 Haziranında, 1980 sonrasında “dış kaynakla büyüme” adı altında her açıdan ithalata ve bu ithalatı gerçekleştirebilmek için yabancı paraya yani dış borca bağımlı hale getirilmiş ekonomideki en önemli fiyat artışı nedenlerinden biri olan TL’deki değer kaybını durdurmak, dövizdeki manipülasyonlara karşı rezervleri artırmak, üretimde verim artışını sağlamak, ihracatı artırırken, ithalatı sınırlamak ve iç tasarrufları artırmak hedefleriyle, Ortodoks politikalara/rasyonel ekonomiye dönmek sloganlarıyla yürürlüğe konulan programda gelinen durum, bu programa bel bağlayıp destekleyenler açısından dahi tam bir “hayal kırıklığı” haline gelmiş durumda.
Söz konusu program, halen ayakta olduğu varsayılan TL’nin değeri ve rezerv artırma hedefi dışında bütünüyle iflas etmiş durumda. Son açıklanan cari açık rakamları, programın en başarılı olduğu iddia edilen bir diğer ayağı olan bu konuda da denizin bittiğini ortaya koymaktadır.
Özetlersek, enflasyonun gerçek nedeninin, üretmek tüketmek için yabancının malına ve parasına yani dışarıya muhtaç olmak olduğunu görmeyen ya da görmezden gelen, dışarıdan daha fazla borçlanıp, yüksek faizle borçlanılan bu parayla TL’yi değerli tutarak enflasyonu indireceğini düşünen, bunun için para satıcılarının kapısında dolaşan bir körlük ya da bir büyük kandırmaca söz konusu. Bu noktada Mehmet Şimşek programını “rasyonel” diyerek öve öve bitiremeyen, sözde muhalif, özde Özal, Derviş, AKP çizgisinin devamı muhalefet partilerinin de “hatırını” da sormak gerekiyor. Sormak gerekiyor çünkü, ortaya çıkıp da ulusal ekonomiden, yabancının parasına malına bağımlılıktan kurtarmak gerek diyen ne bir politikacı ne de bir parti söz konusu. Herkes Özalcı, Dervişci, Babacancı, Şimşekçi olmuş durumda.
Esas soru ise bu başarısızlığın bedelinin ne olduğu ve kimlerin kazançlı çıktığıdır.
Bedelin ne olduğu ve kimin sırtına yüklendiği esas olarak herkesin malumu. Ulusal sanayi ve tarım yani üretici sektörler, kaybeden sektörler olarak öne çıkarken, ücretli ve emekliler ama en önemlisi, geleceği elinden alınan, devlet ve özel sektörce yapılan gelecek 10 yıllara sari rekor borçlanmanın yükünü vergileriyle ve yaptıkları/yapacakları harcamalarla ödemek zorunda bırakılan gençler, çocuklar uygulanan programın tartışmasız kaybedenleri.
Gelinen noktada, ülkemizdeki market ve hizmet sektörü fiyatları birçok Avrupa ülkesini geride bırakmış durumda. Fransa’da Carefour’dan 12,99 Avroya yani yaklaşık 490 TL’ye aldığınız 1 kg antrikot yerine, ülkemizdeki benzer marketten, kg fiyatı 569 TL olan ve yüzde 14-20’si yağ olan dana kıymadan yalnızca 820 gr alabiliyorsunuz. Yine Fransa da Cerrefordan tanesi 7 TL’ye alabileceğiniz normal yumurtanın (20’lik paket) ülkemizdeki fiyatı sanırım herkesin malumu. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Örnek sayısını artırıp, fiyatları İspanya’dan, Çekya’dan, Yunanistan’dan, İtalya’dan, vb. nispeten AB’nin fakir ülkelerinden alırsanız ve karşılaştırmaya o ülkelerdeki ortalama ücretleri de katarsanız durum, ülkemiz ve insanlarımız açısından çok daha vahim. Paris’te Norte Dame manzaralı bir cafede 2 avroya içtiğiniz kahvenin fiyatının, ülkemizdeki self servis bir kahvecide neredeyse 3 avroya ulaşmış, birçok yerde bu fiyatı sollamış olduğunu da ilave edelim.
Gelelim kazananlara. Zorunlu sigortalı yapma uygulamalarının kapsamının genişletilmesi ile pazarı büyütülen, yönetişim adı altında devletin parçası olması sağlanarak zorunlu sigortayı kafalarına göre fiyatlandırma olanağı kazanmış olan, 2022-2024 döneminde net karını yüzde iki yüzden fazla artıran ve büyük ölçüde yabancı sermayeli şirketlerin kontrolünde olan sigortacılık sektörünün dönemin yıldızı olduğunu söylemek mümkün. BDDK ve Merkez Bankası kararları ve dijital ödeme sistemleri kullanımı zorlamasıyla desteklenip, her alış verişten komisyon alması sağlanan bankacılık ve insanların özellikle zorunlu BES yoluyla zorunlu müşterisi yapıldığı finansal aracılık sektörleri ile serbest piyasada fiyat denetimi olmaz denilerek başıboş bırakılmış büyük market zincirleri son dönemin diğer kazananları.
Kazananlar arasında üretenlerin olmadığını, üretenlerin kaybedenler arasında olduğunu, bunun sonucunun yabancının borç parasında daha fazla muhtaç olmak anlamına geleceğini, üretmeyen, borç parayla tüketen bir ülkenin, ekonomisinin bağımsız olamayacağını, gerek iç gerekse dış politikada özellikle son 20 küsur yılda yaşanan savrulmaların, gündeme geliveren yeni açılımların ortaya koyduğu gibi, siyaseten de faturasının olacağını bir kez daha ifade edip bitireyim.
Ülkemiz ekonomisini öğretici bir şekilde ortaya koyan yazı. Teşekkürler, selamlar ve saygılar.