Ahmet Müfit
Ahmet Müfit
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Fransa seçimleri, ‘solun’ çaresizliği!

Fransa seçimleri, ‘solun’ çaresizliği!

featured

Ahmet Müfit yazdı…

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, kendisi açısından çok büyük bir siyasi yanlış olarak görülen erken seçim kararı sonucunda, ilk turu dün yapılan seçimler, beklendiği gibi Marine Le Pen liderliğindeki milliyetçi sağın büyük bir başarısıyla sonuçlandı. 

Marine Le Pen ve Jordan Bardella liderliğindeki aşırı sağcı Ulusal Birlik (RN) birinci parti olurken, Jean-Luc Mélenchon önderliğindeki sol/yeşil koalisyon yani Yeni Halk Cephesi (NPF) ikinci sırada yer aldı. Seçimin büyük kaybedeni Macron liderliğindeki Cumhuriyet İçin Hep Birlikte (Ensemble) İttifakı ise oyların ancak yüzde 20,3’ünü alabildi.

Seçimler sonrası konuşan Le Pen, “demokrasinin konuştuğunu ve vatandaşların sayfayı çevirmek istediklerini gösterdiklerini” söyledi. Macron, Le Pen’e karşı 2. Turda ittifak yapılmasını, geniş bir “Cumhuriyetçi cephe”  oluşturulmasını isterken, kendisini geçmişte de iki kez hezimetten kurtaran, Mélenchon, bu talebe olumlu yanıt verme konusunda, Macron’u bekletmedi, Le Pen’in tabiriyle, sayfanın çevrilmesini istemediklerini belirtmiş oldu. Ulusal Birlik Partisinin, ilk turda birinci parti olduğu yerlerde, ikinci tur seçimlerde adaylarını çekeceklerini açıkladı. 

Açıklamalar, ikinci tura ilişkin olunca, bizim de sormamız gereken ilk soru bu. Öncelikle söylenmesi gereken şey, Milletvekili Seçimleri ile Başkanlık Seçimleri konusunda ki “ikinci tur”  uygulaması, doğal olarak birbirinden farklı olduğu. Fransa’da uygulanan seçim sistemine göre, ilk turda herhangi bir milletvekili adayının o seçim bölgesinde kayıtlı olan seçmenlerin en az yüzde 12,5’inin oyunu alamadığı yerlerde, ikinci tura gidiliyor. Seçimlerinin, basına yansıyan ilk tur sonuçlarına göre, toplam 577 milletvekilliği bulunan Millet Meclisi için 39 milletvekili RN’den, 32 milletvekili NFP’den, ikisi Macron’un liderlik ettiği koalisyonundan, biri Cumhuriyetçilerden ve ikisi de diğer siyasi partilerden seçilmiş durumda. 

Bunun anlamı, seçimlerin henüz bitmediği. Dolayısıyla önümüzdeki bir hafta, Fransa için siyasi söylemlerin daha da keskinleşeceği, seçimin şu an itibariyle kaybedeni olanların İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya’da yaşananlar referanslı olarak “faşizm” tehdidi ve Avrupa Birliğinin parçalanması riski” üzerinden korku siyaseti izleyecekleri kesin görünüyor. Gerçekten faşistse, niçin Venedik Komisyonu Kriterlerine göre Le Pen’in partisinin seçimlere girmesine izin veriliyor sorusunu ise an itibarıyla kimse sormuyor. Soranlara da iyi gözle bakılmıyor. 

Çaresizliğin, söylenen iki nedeni söz konusu. 

Birinci neden, gelişen teknoloji ve sanal olarak hacmi artırılan, balon yaratan kredi/finansman  mekanizmalarıyla obezleştirilip, üretimin ve tüketimin coğrafyalardan/mekandan bağımsız bir mobilite kazanmasını sağlayan yapıların, mevcut üretim/istihdam biçimleri, mesai kavramı, sosyal/sınıfsal yapılarda neden olduğu tahribat ya da dönüşüm.  Bu durumu, 1980 öncesi işçi sınıfına ve sendikalara dayalı olarak örgütlenen solun, istihdamın ağırlığının üretimden hizmet sektörüne kayması, esnekleşmeye zorlanması, çalışanların emekçi olmaktan çıkarılıp, krediyle tüketen bir tüketici haline dönüştürülmesi, dolayısıyla örgütlenme amaç ve araçlarının elinden alınması olarak da tanımlamak mümkün. Sorun sadece bu da değil. Küresel sermaye tarafından teşvik edilen küresel göçlerin, emek kesimindeki sosyal homojeniteleri, coğrafi, etnik ve dini köken açısından da bozmuş durumda. Örneğin, Fransa da düşük ücretle servis sektöründe çalışan bir göçmen işçinin, kendisinin ezilme nedenini, ait olduğu sınıfla değil de etnik ve dini aidiyetiyle açıklaması gibi

İkinci neden, sol (sosyalist) ideolojinin, kategorik olarak emekçi kesimlerin yanında olan, sınıfsal bakış açısından/iddiasından vazgeçmesi. Sendikalarla, çalışan kesimlerle organik bağlarını koparırken, çevre, cinsel tercihler, etnik ve dini kimlikler bazlı, ulus devlet karşıtı, ekonomik olarak liberal, küreselleşmeyi koşulsuz savunan, heterojen sosyal yapıları etkilemeye yönelik olarak, nerde başlayıp nerede bittiği belli olmayan, soyut ve eklektik bir “demokrasi” hedefi doğrultusunda yeniden yapılanmış olması. Ekonomik ve sosyal olarak bütünüyle farklı yapılar, nasıl olup da aynı siyasi amacın savunucusu olabilirler diye sormayan, sorgulamayan, “We Are the World” diyerek, ulusal kalkınmışlık farklarını, sınıf farklarını, ulusal ve sınıfsal çıkarları görmezden gelen bir illüzyonun peşinden koşmaya zorlanan, sonuç olarak “sol” olmaktan çıkmış, Irak yalancısı Blair’in, Clinton’un peşine takılmış, Margaret Thatcher  ve Ronald Regan eliyle, uygulamaya konulan neoliberal küreselci projenin bayraktarlığın soyunan, sağcılaşan bir “sol”dan bahsediyoruz. Bizdeki popüler tanımla “Liberalleşen Sol”. 

Buradan çıkarak, küreselleşmenin ve teknolojinin günümüzde ulaştığı seviyede, emek ve sınıf bazlı örgütlenme şansı kalmayan “solun” kaçınılmaz olarak “liberalleştiğini”, değişerek ve dönüşerek çevre, cinsel kimlikler, vb alanlarında var olmaya çalıştığını söylemek, yaşananları kaçınılmaz bir olgu olarak kabul etmek/kabul ettirmeye çalışmak mümkünse de, özellikle 2008 krizi sonrası dünyada ve ülkemizde yaşananlar, gelir adaletinde daha önce olmadığı ölçüde yaşanan bozulma, sosyal haklardaki durdurulamayan gerileme, ve dünyanın tüm varlıklarının hızla belli ellerde toplanmasının sonucu ortaya çıkan hoşnutsuzluğun, bu aceleci varsayımın geçerliliğini ciddi ölçüde sarstığı ortada. 

Ortada olan diğer şey, güç kazanan milliyetçi sağın, yalnızca popülist söylemlerle ve göçmen karşıtlığıyla kazandığını varsayan üstten bakışın, sol partiler tarafından da genel kabul görüyor olması. Söz konusu partilerin gerek ulusal, gerekse uluslararası düzlemde yapmış oldukları tespit ve önermeleri, ciddi ekonomik değişim ve sosyal rehabilitasyon önerileri içeren programlarını ısrarla görmezden gelip, “ırkçılık” yaftasıyla karalanmaya çalışılıyor olmaları. Bu yüzeysel ve kolaycı bakış, milliyetçi sağın oylarında erimeye neden olmadığı gibi, solun yeni şartlara göre -özellikle teknolojiyi kullanarak- ezilen sınıflara yönelik yeni örgütlenme becerileri gösterme konusundaki beceriksizliğine/kolaycılığına da geçerli bir gerekçe oluşturmuyor. 

Sonuç olarak, söylenen gerekçeler, liberalleşmiş solu, kaçınılmaz olarak neoliberal söylemin/üst aklın, siyasi tuzağına, biraz daha çekiyor, yazının başlığında da değindiğim ve bu seçimler sonrasında bir kez daha gördüğümüz gibi Mélenchon’u yani “solu”, Macron’un yani neoliberal söylemin esiri olmaya doğru bir kez daha itiyor. Macron’un, kendisi açısından çok büyük bir siyasi yanlış olarak görülen erken seçim kararının acı sonuçları, bir kez daha sol söylem tarafından üstlenilmek zorunda kalınıyor. 

https://news.am/eng/news/831833.html  

https://www.venice.coe.int/WebForms/pages/?p=02_parties&lang=EN , https://www.venice.coe.int/webforms/documents/default.aspx?pdffile=CDL-STD(2004)039

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

  1. nasyonal sosyalizm ne kadar sol ise liberal sol o kadar soldur! liberalizmin kökeninde emperyalizm vardır sol ise anti-emperyalist

  2. ” Sonuç olarak, söylenen gerekçeler, liberalleşmiş solu, kaçınılmaz olarak neoliberal söylemin/üst aklın, siyasi tuzağına, biraz daha çekiyor,..”

    O Sol küreselcilige / küreselcilere yenik düsmüstür !!!!
    Bunu K-19 da da gördük !!!

    ( Almanya ya bakin ! Ayni paralellik ! Avusturya ya bakin ayni paralellik ! Hollanda ya bakin aynisi..)
    Son sözü Almanya secimleri söyleyecektir !!!
    Almanya da AfD ve BSW rüzgari esiyor !

    Yani Savasa HAYIR , BARISA Evet !!!!!
    Yani Küreselcilige HAYIR, Ulusalciliga evet !!!

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya abone olun!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet