Yerelleşme bilimsel araştırmalara artarak konu olan bir kavram, ve siyasi iktidarların tercihlerine bırakılmayacak kadar da önemli bir konu. Önemi, iktisadi kalkınmadaki rolü ve ulus devletin bütünlüğüne dair. Türkiye Cumhuriyeti, jeopolitik açıdan çok önemli bir konumda, toprak ve nüfus büyüklüğü açısından orta büyüklükte, iktisaden de dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında bir ülke. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyet’ini kuran Türkiye halkı” ifadesi de Türk milletini tanımlayan ulusal birliğimizin temel taşı.
Belçika gibi yüz ölçümü olarak küçük bir ülke, Almanya gibi orta büyüklükte bir ülke, ya da ABD’deki federal devlet örgütlenmelerinin tarihsel, siyasi ve idari açıdan farklı sebepleri olabilir. Ancak, orta gelir tuzağından on yıllarca çıkamamış, hem Osmanlı İmpraratorluğu’nun çöküşünde ve hem de Cumhuriyetin başlangıç yılları (1923-1950) sonrasındaki dönemde emperyalizmin sürekli hedefinde olan bir ülkede gelişme sorununun çözümünün yerelleşmede aranması, mevcut konjonktürde anlamlı değil. Bunun sebeplerini iktisadi bakış açısından değerlendireceğim, ki bu değerlendirmeleri sosyo-politik argümanlardan ayrı düşünmek de zaten gerçekçi değil.
İktisadi ya da mali açıdan yerelleşmenin en önemli avantajı, yerel yönetimlerin yerel kamu mal ve hizmet tercihlerini daha etkin biçimde saptayabilme, ve bunların karşılanması sürecinde şeffaflık ve hesap verebilirlik açısından daha elverişli pozisyonda bulunmalarından kaynaklanır. Buna karşın, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yerel yönetimlerin kaynaklara erişimi, teknoloji ve idari kapasitesi merkezi devlete göre kısıtlıdır. Bu sebeple, gelişmiş ve federal devlet sistemi olan ülkelerde bile harcamanın yerelleşmesi %50den fazla değildir; gelirin yerelleşmesi açısındansa bu oran daha düşüktür; gelişmekte olan ülkelerin çoğunluğunda ise yerelleşme her iki açıdan da daha düşük oranlardadır.
Bu kısıtlar yüzünden, diğer mali kuralların yanısıra, merkezden yerele şeffaf ve denetlenebilir bir transfer sisteminin gerekliliği mali disiplin ve kamu kaynaklarının kullanımında kısa dönemli siyasi tercihlerin öne çıkmasını engellemek açısından çok büyük önem taşır. Merkezi ve yerel kamu harcamalarının ölçülebilir ve denetlenebilir oluşu ve yerel idari birimlerin kamu görevlerine dair yasa ve sandık önünde hesap verebilir olması, mali etkinliğin, ve dolayısıyla kalkınmanın, olmazsa olmazlarındandır.
Türkiye’de, 2008’deki yasal düzenlemeyle merkezi transferlerin kabaca % 50’si kalkınma endeksine, geri kalanı da nüfüsa göre yapılmakta. Ancak son yıllarda kamu varlıklarının belediyelerce denetim dışı vakıflara aktarılması, belediye ihalelerinin rekabetçilikten uzaklaşması ve belediyelere kayyum atanması gibi olgularsa siyasi tercihlerin baskınlığını göstermekte.
Etkileri süregelen 2008 Global Resesyonu’nun altını çizdiği finansal kapitalizmin bunalımı, ve tek kutuplu dünya düzeninin sonuna gelindiğine işaret eden paylaşım savaşlarının alevlenmesiyle artan belirsizlik ülkeleri korumacılığa yöneltirken, artan kaynak sorunları da merkezi hükümetlerin yerelleşmeyi siyasi bir tercih olarak daha çok gündeme getirmelerine yol açmakta. Bu nedenle, yerelleşme tartışmalarını global siyasi ve iktisadi gelişmeler ve jeopolitik gerçeklerden ayrı düşünmek mümkün değil.
Gelişmekte olan, ve özellikle de jeopolitik kaygılara maruz olan Türkiye gibi bir ülkede, iktisadi faydaları yukarıda tartışıldığı ve ilgili bilimsel literatürde de altı çizildiği üzere belirsiz olan yerelleşmenin ulusal bütünlük ve kalkınmaya faydası olacağını iddia etmek en azından iyimserlik olur. Yerelleşme, kalkınma yerele yayıldıkça zaten kendiliğinden gerçekleşebilecek ve karşılığında da kalkınmaya katkıda bulunabilecek bir olgudur; bu yüzden, yerelleşme ve kalkınma sorunsalları bütüncül yaklaşımı gerektirir. Aksi halde siyasi ve iktisadi eşitsizlikleri artırması kaçınılmaz; çünkü merkezi transferlerin azalması durumunda görece daha çok kaynağa sahip bölgeler daha çok, az kaynağa sahip bölgelerse daha az gelişecektir. Oysa kalkınmanın en önemli ayağı olan sosyal mobilite ve kaynaklara eşit erişim olanakları ancak eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin merkezi idare tarafından kamu malı olarak sunulması ya da yerel transferlerin bu amaca hizmeti hedefleyerek yapılması ile sağlanabilir.
Sonuç olarak, kalkınma için öncelikli olması gereken yerelleşme tartışmaları değil, denetlenebilir bir mali sistem ve hesap verebilir bir kamu idaresi reformudur.
Özetle lokalizmi tartışabilmek için her şeyden önce terör riskinin ortadan kalkması ve gerçek bir hukuk sistemi şarttır
Teşekkürler özellikle son satırlar için,Ülkemize has koşulların getirdiği ortam gereği,Demokrasi kültürü ve anlayışı tavandan taban yayılamamış, ama özellikle siyasal sistemin dayattığı bilhassa çok partili sisteme geçişin sonunda ülkenin kalkınma ve gelişmesi için gerekli plan ve projelerin kadük kalması ve populist uygulamalar sonucunda hiç bir plan ve proje gelişemediği gibi uzun erimli devlet plan,proje ve stratejilerden mahrum kalmamız ,ve dışarıdan dayatılan iktisat model ve politikalarının sürdürülmesiyle, istenen sonuca bir türlü gelinememiştir,halbuki günümüz Çin Halk Cumhuriyetinin bize ispat ettiği Kamu İktisadi Teşekkülerinden dünya şampiyonu çıkartması, ,aslında ülkenin kuruluşundaki muazzam öngörü ve bağımsızlık iradesinin ne kadar isabetli atılımlarla, o günkü kıt koşullarda bile bağımsızlık ve bütüncül bir gelişmenin tohumlarının, ne kadar isabetli olmasına rağmen, buna sahip çıkma kabiliyeti ve iradesinden yoksun yönetici kitlesinin, ülkemize sahip çıkamadığını ve sonuç olarak her ne kadar renkler ve diller farklı olsada aslında bu ülkede yönetimine talip olanların, aslında siyaseti, bencilce amaç ve gayelerinin bir aracı olması, bugünkü geldiğimiz noktada hala devam etmekte,bu sebepten dolayı aslında hepsinin bildiği halde, hesap verme niyeti ve amacı olmadığı ve ancak tabandan dayatılabileceği ortada,saygılar