Mehmet Kenan Yelken yazdı
Bundan önceki yazımda sizlere, Türkistan-Göbekli Tepe bağlantısının arkeolojik kanıtlarını sunmaya çalışmıştım. Yazımın sonunda da arkeolojik kanıtlarla ortaya konan söz konusu bağlantının, genetik çalışmalarda elde edilen sonuçlarla da uyumlu olduğunu belirtmiştim.
İşte bugün de sizlere bu genetik çalışmalardan söz etmek istiyorum. Tabi konu oldukça detaylı ve de geniş. Burada ancak kısa bir özetini yapabileceğim. Arzu edenler daha fazla bilgiye Yaşamın Başlangıcından Göbekli Tepe’ye Giden Yol adlı kitabımda ulaşabilirler.
Hadi başlayalım…
Bilim insanlarına göre; yaşayan insanlardan çıkartılan genetik tarihler ve “gen ağaçları”, milyonlarca yıllık tarihimizi aydınlatabilir. Burada ifade edilen “gen ağacı” ile kuşaktan kuşağa geçmiş ayrık bir DNA dizilişi kastedilmektedir. Bazı biyologlar, özellikle moleküler genetikçiler buna “genetik varyant” veya “alel” veya “haplotip” adını vermektedirler.
Genler, erkek ve dişiler üzerinden eşit olasılıkla ataların izini sürer. Genetikçiler, bir genin bu biçimde geriye doğru izini sürmeye “kaynaşma” adını verirler. Kaynaşma noktası “en yakın ortak ata”dır.
İşte bu esaslar dahilinde geriye doğru atalarımızın izini bulmak için yapılan çalışmalardan bir tanesi de haplotiplerden (bir kromozomdaki DNA dizilerinden) üretilen haplogruplar üzerinedir. Bu konuda bilim dünyasında uzman olarak kabul edilen ve 1989’dan beri Amerika’da yaşamakta olan Rus genetikçi Anatole A. KLYOSOV’un ve Türk bilim insanlarından Doç. Dr. Osman ÇATALOLUK’un çalışmaları bizleri aydınlatacak veriler sunmaktadır.
Gerek babamızdan gelen Y ve gerekse annemizden gelen X kromozomları mutasyona yani değişime/bozulmaya uğrayabilirler. Mutasyonlar anneden rastgele olarak ancak babadan tam ve bozulmadan çocuğa geçtiği için, haplogruplar konusunda yapılan çalışmalarda babadan oğula geçen Y kromozomu ve erkek bireyler esas alınır. Böylece Y kromozomunda meydana gelen mutasyonları takip ederek ilk erkeğe kadar uzanan soyağacı ortaya çıkartılmaktadır.
Y kromozomu erkeğe özgü eşey kromozomdur ve bir Y kromozomu, bireyin tüm morfolojik özelliklerini oluşturur. Bu nedenle Y kromozomu ve burada ortaya çıkan mutasyonlar, direkt olarak babadan oğula geçer. Örneğin yapışık parmaklı olma, kıllı kulak ve balık pullu olma, Y kromozomunun homolog olmayan kısmından taşınan hastalıklardır.
Bu şekilde Y kromozomu üzerinde meydana gelen mutasyonların kaydı korunur ve dolayısıyla hangi sıra ile ortaya çıktıkları saptanabilir. Böylece farklı toplumlara ait Y-DNA dizilerinin genetik farklılıkları karşılaştırılarak, her bir toplumun/topluluğun başlangıç noktasından itibaren izledikleri yol takip edilebilmekte ve göç yolları üzerinde, arkeolojik verilerle net olarak tanımlanamayan manevi kültür özelliklerini (örneğin dilin) izleri takip edilebilmektedir.
HAPLOGRUP NEDİR?
Haplogrup, benzer haplotip gruplarının tümünde var olan ve ortak atadan gelen mutasyona sahip gen serilerinin oluşturduğu gruptur. Haplogruplar harflerle adlandırılır ve R1b1 gibi sayı-harf kombinasyonlarından oluşurlar. Haplogrupların oluşumları binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Her bir mutasyonun gerçekleşme ve kalıcı olabilmesi için 1.000 yıl gerekli olduğundan, mutasyon sayısına göre yıl tespiti yapılabilmektedir.
Eğer bir halkın haplogrubu, binlerce yıldır silinmez bir biçimde Y kromozomunda duran bir belirteçe bakılarak belirlenebiliyor ve bu belirteç çok uzun yıllar öncesine kadar takip edilebiliyorsa, buradan elde edilen veri, halkın nereden başladığını yani ortaya çıktığını ve daha sonra nerelere göç etmiş olduğunu bulmaya yarar.
Afrika’da ilk insan erkek cinsine ait haplogrup günümüzden yaklaşık 132.000 yıl önce ortaya çıkmıştır. Yaklaşık 80.000 yıl önce görülmeye başlayan bu ilk haplogrup, A ile belirtilmektedir. Haplogruplar A’dan başlayarak T’ye kadar gitmektedir. Genetik varyasyonlara göre R-R1-R1a-R1a1 gibi alt grupların sınıflandırması da yapılmaktadır.
Asıl ve alt haplogruplar
Türklere ait haplogruplar:
İnsanlık kültürünün ilk yaşam tarzlarının izlerini taşıyan Ön Türk olarak tabir edebileceğimiz atalarımız, savaşçı ve göçer olmaları nedeniyle binlerce yıl içinde çok geniş bir coğrafyaya dağılmıştır. Göç dalgalarıyla hem çok sayıda haplogrup dünyaya dağılmış hem de F’nin mutasyona uğramasıyla farklı haplogruplar ortaya çıkmaya başlamıştır.
Türklerin geniş bir Y-DNA yelpazesine sahip olması, konargöçer yaşam tarzı ve bunun getirdiği kültürel yayılma ile açıklanabilir. Nitekim, zamanla daha uzaklara göç eden ve birbirinden uzak kalan akraba toplulukların genetik mutasyonu ile, Y-DNA haplogrupları ve alt dalları oluşmuş. Mutasyonlar nedeniyle meydana gelen farklı gen bileşenleri sayesinde ortak baskın genler her bir Türk topluluğunda farklı oranlarda görülebilmektedir. Bunun bir sonucu olarak insanların fiziksel görünümünde bazı değişiklikler meydana gelmiştir.
Genetik araştırma verileri, Türklerle ilişkili olan haplogrup sayısının 14 olduğunu göstermektedir. Bu haplogruplardan yaklaşık 12 tanesi (G, H, I, J, K, L, N, O, P, Q, R, T), 45.000 yıl önceki F haplogrubundan (ortak atadan) türemiştir. F haplogrubu ise 45.000 ile 30.000 yıl öncesinde mutasyona uğrayarak alt kollara ayrılmıştır.
Doç. Dr. ÇATALOLUK’a göre C haplogrubu, bütün kolbaşlarını kendinden ayırmayıp yanında tutarak akrabalığını sürdüren Türk adını ilk koyan atamızdır.
C’yi takip ederek ulaştığımız P’nin, Q ve R olmak üzere iki evladı olur. Q kara kaş, karagöz, yağız ve esmerdir. Soğuk işlemez. En kuzeye yönelir ve Bering’e geldiklerinde grup ikiye bölünür; yarısı karşıya geçer, yarısı Sibirya’da kalır. Karşıya geçenler Maya ve İnkaların atası olacaktır… kalanlar ise Tunguzların atası. Q haplogrubunun taşıyıcıları Sibirya halkları, bazı Moğol kabileleri ve Amerikan yerlileridir. Bugün hepsinin dili eklemelidir ve Türkçeye çok benzer. Türk töresini hepsine öğreten ve belleten C olmalıdır.
MÖ 25.000’lerde P’den R doğar. Türk haplotipi R’dir. MÖ 23.000’lerde R’nin bir evladı olur; R1. MÖ 22.000’lerde R1’den R1a doğar. R1b ise MÖ 20.000’lerde ortaya çıkar. İkisinin de ortaya çıkış yeri Ukrayna ile Kazakistan arasındaki bozkırdır.
25.000 yıl önce Ötüken’de doğan R1 ile evlatları R1a ve R1b, MÖ 17.000’lere kadar yani yaklaşık 8.000 yıl Orta Asya’da birlikte yaşarlar. Genetik ilmi kesin bir şekilde bunun doğruluğunu ispat etmektedir. KLYOSOV’a göre; Beyaz Kafkasyalı (White Caucasian) olarak adlandırılan ırk, sadece Çerkez, Gürcü ve Çeçen gibi Kafkas halklarıyla sınırlandırılmaz. Rusya, Amerika veya başka bir yerde doğan bütün beyaz ırklar “Kafkasyalı” olarak tanımlanır. Bunun sebebi Alman bilim adamı Johann F. BLUMENBACH’ın 18. yüzyılda ortaya atmış olduğu teoridir. BLUMENBACH’a göre Avrupalı beyaz ırklar Kafkasya’dan çıkmıştır. Avrupa’ya yerleşen ilk insanlar olan Cro-Magnon’ların da bu beyaz Kafkasyalılar olduğu teorisinden dolayı, zaman içinde bütün beyazlara Kafkasyalı denmiştir. İşte bu anlamda beyaz ırkların büyük bir bölümünü oluşturan Y-DNA haplogrupları R1a ve R1b’dir.
İklim değişiklikleri sonucunda Orta Asya kuraklaşmaya, Avrupa ise buzulların çözülmesiyle yeşillenmeye başlayınca, yeni açılan otlaklara ulaşmak için önce MÖ 17.000’lerde R1a batıya göç etmiştir.
Batıya giden ve çoğunluğunu R1a’lıların oluşturduğu kafilenin Avrupa’da ilk karşılaştığı insan, ilkel Cro-Magnon’dur. Bu mağara adamlarına insanlık R1a’lılar tarafından öğretilmiştir. Avrupa’nın ilk yerlileri bu Cro-Magnon’lardır. Homo sapiens Avrupa’ya MÖ 16.000 yıllarında R1a’lılarla girmiştir
MÖ 17.000’lerde R1a’lılar batıya göç ederken R1b ise Urallar ile Altay Dağları arasında yaşamaya devam etmiştir. Ancak iki coğrafya arasında gidiş gelişlerin olduğu, yapılan kazılarda Avrupa’da R1b’nin, Asya’da ise R1a’nın bulunması ile ispatlanmıştır.
R1a’nın hızlı yayılmasının nedeni atların erken evcilleştirilmesi, bronz silahlar ve at arabalarıdır. Özbek, Türkmen, Uygur, Tatar gibi Türk boylarında R1b ve R1a’nın toplamı, nüfusun neredeyse yarısını (%40-50) oluşturur. Başkurtlarda bu oran %90’a ulaşır.
KLYOSOV’a göre; R1a ve R1b’nin binlerce yıldır Orta Asya’da da yaşıyor olması, Tarım havzası (Uygur, Sincan veya Doğu Türkistan) bölgesinde bulunan sarışın Avrupalı kadın ve erkek mumyalarının da orijinini açıklamamızı sağlar. Bugüne kadar pek çok antropolog bunların Orta Asya’ya Bronz Çağı’nda (7.000-5.200 yıl önce) göç eden Avrupalılar olduğunu düşünmüştür. Ancak 2007’de Çin hükümetinin izin vermesiyle Dr. Spencer WELLS tarafından yapılan DNA testleri, bu mumyaların baba tarafından R1a1a grubuna ait olduğunu ortaya koymuştur. Anne tarafından ise yine Orta Asyalı olan mtDNA C haplogrubuna ait olduğu tespit edilen bu insanların, bölgeye sonradan gelen Avrupalılar olduğu teorisi böylece çürütülmüştür.
KLYOSOV, R1b genomu taşıyan göçerler için “Proto Türkçe konuşan ve bunu Kalkolitik ve Tunç Çağı’nda Ön Asya’ya ve Avrupa’ya ulaştırıp uzunca süre konuşulmasını sağlayan topluluktur” yorumunu yapmaktadır. KLYOSOV’a göre, R1b haplogrubu toplulukların kuzey bozkır kuşağını kullanarak yaptıkları göçler MÖ 16.000’lerde başlamıştır.
MÖ 17.000’lerde Avrupa’ya giden R1a, 13.000 yıl sonra merkezi Avrupa’yı terk ederek Doğu Avrupa düzlüklerine kaçar, bir kısmı Orta Asya’ya geri döner, bir kısmı da Kafkaslara iner. Karadeniz’in kuzeyi yolu ile Kazakistan’a dönenler burada Andronovo Medeniyeti’ni kurar.
Bu dönemde diğer R1a taşıyıcıları Güney Sibirya ve Kuzeybatı Çin’de yaşamaktadır. Bunlar bugün de Ural-Altay dillerini konuştuklarına göre Avrupa’dan gelenler dillerini ve törelerini değiştirmiş olmalıdır. Yani R1a aynı dönemde hem Avrupa’da hem de Sibirya’da mevcuttur fakat dilleri farklıdır. Ancak dilin ve törenin değişmiş olması genetik yapının değişeceği anlamına gelmez.
Yukarıdaki resimde, R1b haplogrubunun ve buna mensup insanların çağlara göre bulundukları yerler görülmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Göbekli Tepe zamanında yani Neolitik dönemde, Türk dili konuşan halkların haplogrubu olan R1b’in alt kolunun Anadolu’da bulunmasıdır.
R1b’lilerin Anadolu’ya ilk girişleri MÖ 12.000’lerde, ikinci girişleri MÖ 8.000-7.000’lerde ve üçüncü girişleri MÖ 3.800-4.200’lerdedir. Bu şecere, arkeoloji ve dil bakımından da kesindir.
Dolayısı ile R1b haplogrubuna sahip atalarımızın, Türkistan’dan başlayan göçler yolu ile Göbekli Tepe zamanında Anadolu’da olduğu, genetik olarak da kanıtlanmış olmaktadır.
Söz konusu genetik çalışmalarda elde edilen veriler, Neolitik Dönem sonrasına da ışık tutmaktadır. Ancak konumuz gereği burada nokta koymanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Esen kalın.
artik niye yazmiyorsunuz.Turk dunyasi ile ilgili genis bilgilere ihtiyacimiz var
haber biyoloji dersi gibi olmuş sonuca odaklanma daha iyi olurdu ne yani sonuç ne ben bunları bilmek zorunda değilim ben sadece sonucu bilmek istiyorum .
Hz. Adem m.ö 6400 yılı civarında dünya’ya indirildi ve kendisine öğretilmiş bilgilerle Çanak Çömlekli Neolitik Çağ başladı. Göbeklitepe’nin zamanına ait fosillerlin türüyle ilgili olarak sanki kasten gizleme yapılıyor. O zamanlarda varolmuş türün Cro Magnon olduğuna eminim. Yaklaşık 30000 yıllık geçmişleri var ama insan türüyle melezlik durumu da oluştu. Küreselcilerin soyları onlara dayanıyor ve insandan farklı ruh yapısı taşıyorlar.