2019 yılında yayımlanan ilk kitabım Her Yönü ile Göbekli Tepe’de, Göbekli Tepe’yi inşa edenlerin Türkistan (Orta Asya)’dan gelen Ön Türkler olduğunu ve atalarımızın, sahip oldukları kültür ve inancı ata yurdumuzdan Mezopotamya’nın kuzeyine taşıyarak bu anıtsal yapılar topluluğunu inşa etmiş olabileceklerini savunmuştum. Kitabımda da bu tezimi doğrulayacak tarihi kanıtları sunmuştum.
Haziran 2022’de yayımlanan üçüncü kitabım Yaşamın Başlangıcından Göbekli Tepe’ye Giden Yol’da da tezimi kuvvetlendirecek daha fazla kanıt ile son yıllarda yapılan araştırmalarda bu yönde elde edilen bilimsel verilere yer vermiştim.
Bu çalışmalardan birisi Arkeolog Prof. Dr. Semih GÜNERİ’ye ait. Sayın GÜNERİ 1997’de Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Kafkasya-Orta Asya Arkeoloji Araştırma Merkezi (KAM)’ni kurmuş, 2001-2004 yılları arasında Güney Sibirya, Moğolistan ve Kazakistan bölgelerini kapsayan Orta Asya’da Türk Kültürünün Arkeolojik Kaynakları (OTAK) adlı proje çalışmalarını gerçekleştirmiştir. 2004’te Avrasya Arkeoloji Araştırmaları Bilim Derneği’ni kurmuştur. 2009-2017 yılları arasında Moğolistan Altay Dağları bölgesinde kaya resimleri üzerine aktif arazi çalışmaları yürütmüştür.
Dokuz Eylül Üniversitesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Başkanı ve aynı zamanda üniversitede KAM’ın başkanlığı da yapmış olan GÜNERİ Hoca, geçenlerde emekli oldu, belki de olmak zorunda kaldı veya bırakıldı. Sanırım yaptığı çalışmalar bazılarının hoşuna gitmedi. Çünkü Semih Hoca’nın belirttiğine göre üniversite rektörlüğü; kurduğu, yıllarca emek verdiği ve birçok akademisyen yetiştirdiği KAM’ın çalışmalarına son verdi, merkezi kapattı ve hatta tüm malzemelerini de üniversitenin diğer birimlerine dağıttı.
Türk-Altay Kuramı adlı çok değerli bir kitabı da bulunan Sayın GÜNERİ’nin son çalışması Göbekli Tepe ile Sibirya bağlantısını bilimsel olarak kanıtlıyor. Kendisinin bu çalışması hakkında uzun zamandır bilgi sahibiyim. Ancak Semih Hoca, bu çalışmasının (akademik çevrelerde önemli olması nedeniyle) hakemli bir dergide yayımlanmasından sonra bunu kamuoyu ile paylaşmayı tercih etti. Çalışma yabancı yayın organlarında da yer bulmaya da başladı.
Prof. GÜNERİ’nin Türk Altay Kuramı’nda belirttiği şekli ile Türkçe konuşan halkların Türkistan’dan göçleri
Sayın GÜNERİ’nin son çalışmasına geçmeden önce “Türk-Altay Kuramı” adını verdiği teorisi hakkında bilgi vermem gerekir diye düşünüyorum. Çünkü bölgede yaptığı/katıldığı arkeolojik kazılarda elde ettiği bulguların sonucuna göre oluşturduğu bu kuram, son çalışmasını destekliyor:
“Altaylar kültür coğrafyasında MÖ 45.000’lerden itibaren kesintisiz denilebilecek insan yerleşmelerinin devamlılığı söz konusudur.
Arkaik Yenisey-Lena kültürünün yani MÖ 16.000-12.000’lerin bölgesel arkeolojik kültürünü oluşturan halkların Sayan-Altaylar’da da Yenisey-Lena havzalarında da Türkçeden başka dil konuşuluyor muydu bilmiyoruz. Ancak bölgedeki dağ-tepeye yüzyıllardır sıkı sıkıya sarılıp oralarda köklenen Türkçe adlardır.
Yenisey-Lena hayat alanları, kuzeyde Angara Nehri kıyıları ve güneyde Baykal Gölü arasındaki alanlardır ve buraları, Türkçenin en arkaik biçimini konuşan halkların anayurdu olarak kabul edilir.
Antropolojik verilerin ve arkeolojik kültürel geleneklerin devamlılığı, Altaylar coğrafyasında kültürler arasında kopukluk olmadığını söylemektedir ki, esas olan da budur. Yani kültürel süreklilik Altaylar’da izlenebilmektedir.
Hiç kuşku yok ki etnik ve arkeolojik kültürü bu kadar geniş coğrafyalarda yüzlerce yıl var eden, kalıcı ve baskın kılan temel itici güç ne vahşi barbarlık ne de silah zorudur. Güç dildir ve o dil Türkçedir. O dilin temelleri üzerinde yükseltilen ‘Türk-Altay’ kültüründen başka bir şey değildir.
Türkçe konuşan halkların ana vatanı hiç şüphe yok ki Kuzey Asya’dır. Bir yandan Lena, Yenisey, Angara nehirleri ile Baykal Gölü’nün çevirdiği topraklarda, diğer yandan Sayan-Altay’ın mikro klima hayat alanlarında, Türkçe kökenli dilleri konuşan halkların Neolitik Çağ’dan Orta Çağlara uzanan kesintisiz kültürel gelişimleri ve bu inanılmaz varoluş izlenebilmektedir.
Arkaik Yenisey-Lena halklarının belli bir kesiminin, MÖ 12.000’lerden önce Yenisey-Lena bölgesinden çıktığına ve üç ana yönde uzun mesafe göçlerine tanık oluyoruz; batı, doğu ve güney göç dalgaları. Göçler batıda Yakın Doğu’yu, doğuda Kuzey Amerika ve Rusya Uzakdoğusu’nun Amur Havzası’nı, güneyde ise bir yandan Çin’in kuzeyi ile diğer yandan İndus Vadisi’ni hedeflemiştir.
Batıya doğru yürüyenler, Altaylar ile Anadolu-Mezopotamya arasında, Hazar’ın güneyi ve kuzeyi olarak iki yönde seyahat ettiler.”
Bu kuramın devamında da Sayın GÜNERİ ve ekibi, yaptığı çalışma ile, Türkçe konuşan halklardan batı göç yolunu takip edenlerin Zagroslar üzerinden Göbekli Tepe’ye geldiğini bilimsel olarak kanıtlıyor.
Türkçe konuşan halkların Türkistan’dan gelerek Zagroslar üzerinden Anadolu’ya yaptığı yolculuklar ve kurdukları uygarlıklar
Çalışmanın adı; Dokuz Eylül Üniversitesi Adına Yapılan 2019-2021 Sibirya Araştırmalarına Ait Sonuçlar. Bu çalışmanın sonucu olarak Sibirya-Göbekli Tepe bağlantısı şu şekilde özetleyebiliriz (arzu edenler metnin tamamına https://www.academia.edu/80385097 linkinden ulaşabilirler):
“Güneydoğu Anadolu’daki PPN (Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem) Göbeklitepe kültürü, öncülü olmadan aniden ortaya çıkmıştır. Bu gelişime yakın çevrede de öncüllük edebilecek herhangi bir kültür bölgesi yoktur. Yıllardır işlediğimiz Yakın Doğu Prehistoryası derslerimiz ve seminerler süreçlerinde Doğu Akdenizli Epi-paleolitik kültürel yapılanmaların etkilerinin Güneydoğu Anadolu PPN kültürleri üzerinde neredeyse hiçbir etkisinin görülmemesi bizlere daima ilginç, ‘beklenmeyen bir gözlem’ olarak gelmiştir. Dolayısıyla bu durumda esas anlamda Göbeklitepe kültürünün oluşumunda ve gelişiminde Doğu Akdenizli Epi-paleolitik baskın kültürlerin etkisinden söz edemiyoruz. Ancak dışarıdan gelen bir baskın kültürel etkinin yerel topluluklarla karışarak gelişkin Göbeklitepe kültürel yapılanmasını yarattığı konusu üzerinde durulmalıdır.
Doğu Akdenizli Epi-paleolitik yerel kültür grupları devre dışı kaldığına göre dominant kültür adayını baskılama tekniğini kullanan Erken Kuzey Asyalı kültür grupları içinde aramamız gerekiyor. Söz konusu baskın kültürün yalnızca Doğu Anadolu’yu değil aynı zamanda daha farklı çok geniş coğrafyaları etkilediğini biliyoruz.
Baskı tekniği ile dilgi/mikrodilgi üretimi gibi karmaşık bir teknolojinin usta-çırak ilişkisi olmadan aktarılması pek olası görünmemektedir. Sibirya-Doğu Anadolu arasında kat edilen yolun akışı kabaca şu noktalardan geçiyor olmalıydı: Angara-Baykal → Minusinsk → Doğu Kazakistan → Kırgızistan → Afganistan → Güney Türkmenistan → Kuzey İran → Güney Hazar → Zagroslar → Kuzey Irak → Güneydoğu Anadolu.
Mevcut araştırma sonuçları Epi-paleolitik’te bu güzergâhın genel anlamda boş olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu durum, baskı teknolojisinin Sibirya’dan Göbeklitepe’ye aktarımı sürecinin Kuzey Asyalı avcı-toplayıcıları tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini düşündürüyor. Böylelikle Kuzey Asya’dan yola çıkan baskı-mikrodilgi teknolojisinin taşıyıcılarının/ustalarının Doğu Avrupa ve İskandinavya örneklerinde olduğu gibi Bereketli Hilal’in Zagroslar-Kuzey Irak kanadı üzerinden Doğu Anadolu’ya ulaşmış olmaları gerekiyor, bu durumu genetik araştırma sonuçları da destekliyor.
Dolayısıyla Göbeklitepe kültürünün Kuzey Asyalı Son Üst Paleolitik avcı-toplayıcılarının Yakın Doğu’ya uzanan göçleriyle ilgili bir gelişim olabileceği ihtimalinin dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz.”
Verdiği bir röportajda Sayın GÜNERİ aynı konuyu daha net bir şekilde şöyle ifade ediyor:
“Sibirya’dan çıkan ve Orta Asya dağ koridorunu kullanarak Zagroslara ulaşan kitle göçleri Göbeklitepe kültürü alanlarına Kuzey Irak üzerinden ulaşmış olmalılar. Erken Kuzey Asya genetik grubu ile temsil edilen Üst Paleolitik Sibiryalı halkların baskı teknolojisi ile ürettikleri taş alet endüstrilerinin bölgedeki somut izleri Rus ve Avrupalı meslektaşlarımız tarafından ortaya konulmuştu. Eski Kuzey Asyalı halklar tarafından MÖ 30 binlerden itibaren geliştirilen baskı mikro dilgi teknolojisinin ürünlerini Erken Holosen’de Zagros dağları bölgesinde görüyoruz.
Teknoloji daha sonra Göbeklitepe kültürüne aktarılıyor. Göbekli Tepe kültürünün oluşum sürecinde daha erken dönemi temsil ettiği halde Doğu Akdenizli Epi-Paleolitik kültürlerinin belirleyici rolü yoktur. Göbeklitepe yüksek kültürünün Sibiryalı baskı mikro dilgi taş alet teknolojisinin taşıyıcıları ile olan ilişkileri artık bir sır değil. Orta Asya dağlık koridoru üzerinden Zagroslara ulaşan ve Kuzey Irak üzerinden Göbeklitepe kültürü ile buluşup kaynaşan Sibiryalı/Kuzey Asyalı yerli halkların bölgedeki izlerini Zagroslar bölgesine ait genetik analizlerin sonuçları da doğruluyor.
Göç hareketleri ancak arkeolojik belgelerle doğrulanabiliyorsa göç olarak kabul edilir. Sibirya-Yakın Doğu Üst Paleolitik göçleri maddi kültür belgeleriyle doğrulanmış bir süreçtir. Andığımız taş alet üretim teknolojisi belli ki yaklaşık 7 bin kilometre doğudan batıya doğru taşınmış. Bu teknoloji en erken Türk dili konuşan halklar tarafından uzak mesafelere doğrudan mı iletiliyor yoksa ara istasyonlara taşınarak mı uzun mesafeyi katediyor, bir netlik yok ama yine de arkeolojik belgelere bakılırsa Sibiryalı halkların Zagroslar bölgesine ulaştığını biliyoruz. Sibiryalı avcı-toplayıcılarla yerli Zagroslu avcı-toplayıcılar arasında ilişkiler olmuş görünüyor. Genetik araştırmaların sonuçları da zaten Sibiryalı halkların Zagroslara kadar ulaştığını gösteriyor. Göbekli Tepe kültürü bölgesine dair genetik araştırmalar yapıldığında bu tip sonuçlar ortaya çıkabilir.”
Taş alet teknolojisini kültür olgusundan ayrı düşünemeyeceğimize göre, Türkçe konuşan halkların; Türkistan’da bir kültür oluşturduğunu, bu kültürü ve de inançlarını Zagros dağları üzerinden Mezopotamya bölgesine ve dolayısı ile Anadolu’ya taşıyarak Göbekli Tepe’yi inşa etmiş olduklarını söyleyebiliriz. Bu artık bir tez değil, bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçekliktir.
Arkeolojik olarak kanıtlanmış olan bu bağlantı, genetik çalışmalarda elde edilen sonuçlarla da uyumludur.
Esen kalın.
Yazılanlara karşı değilim, ayrıca meraklı bir amatörüm. Yazıda somut bilgi belge aradım ama yok. Bir sürü ispatlandı kelimesi geçiyor ama hepsi havada kalmış. Bir kaç somut bilgi olsaydı en çok sevinen ben olurdum.
Bu çok derin ve güzel bilgi için teşekkür ederim. Emeğinize sağlık.
Yazar Mehmet Kenan Yelken’i, bu bilgi yüklü makalesi nedeniyle kutluyoruz. Siyasal islamın pençesi altında ezilmekte olan Türklük ve Türk tarih-kültür çalışmalarının artarak sürdürülmesini diliyoruz!
Prof. Dr. Semih GÜNERİ Hocamızın, ekibinin ve M. Kenan Yelken’in çok değerli çalışmaları, benim gibi arkeoloji alanda eğitim görmemiş ama ilgi duyan insanlar için çok aydınlatıcı. İnsanlık tarihine ışık tutan değerli bilim insanlarımıza ne kadar teşekkür edilse az ve iyi ki her türlü zorluğa karşın üretmeye ve aydınlatmaya devam ediyorlar…
anadolu binlerce yıl önce de Türk yurduydu. Çok şükür müslümanız ancak dinimizle birlikte kullandığımız harf ve kelimeler maalesef araplaştığından bir kopukluk oluştu. Atatürk o gün zor kararı alarak bu araplaşma yolunu çok şükür bıçak gibi kesti. Kaşgarlı mahmut’un Türk lehçeleri sözlüğü de arap alfabesi ile yazmıştır.