1. Arkeoloji Şurası adı verilen toplantı, 15-17 Haziran 2022 tarihlerinde Ankara Sheraton Otel’de yapıldı. Alanında Türkiye’de bir ilk olan şuraya arkeoloji çevrelerinden çok büyük itirazlar ve yoğun eleştiriler geldi. Nasıl mı, anlatayım. Ama önce bu şurayı kim düzenledi ona bakalım.
Şurayı düzenleyen kurumun adı (kendi internet sitesinde yer aldığı şekli ile) Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü. Enstitü Gaziantep’de konuşlu ve faaliyetlerini sürdürdüğü yer, Katolik Ermeniler tarafından inşa edilmiş olan Kendirli Kilisesi.
AB Türkiye Delegasyonu Başkan Yardımcısı Elçi Müsteşar Eleftheria PERTZINIDOU bir etkinlikte yaptığı konuşmada, “Kendirli Kilisesi olarak bilinen mekânda bulunuyoruz. Bu mekân Gaziantep’in kültürel ve dini çeşitliliğini de vurguluyor. Enstitünün bu şehirde kuruluyor olması tesadüf değil.” diyerek aslında enstitünün kuruluş amacıyla ilgili ipuçlarını veriyor.
Enstitünün internet sitesinde yer alan bilgilere göre, Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü proje uygulaması Aralık 2018’de başlamış. Kontrat Makamının, Merkezi Finans ve İhale Birimi; Ana Faydalanıcının, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı; Proje Ortağının ise Gaziantep Büyükşehir Belediyesi olduğu ifade ediliyor. Projenin başında ise unvanı “Takım Lideri” olan Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK bulunuyor.
Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Avrupa Birliği (AB) Başkanı Büyükelçi Faruk KAYMAKÇI şura sırasında yaptığı konuşmada şunları söylüyor: “Bu bir Türkiye-Avrupa Birliği ortak projesidir. Topraklarımız Anadolu, tarih boyunca Hititler, Lidyalılar, Frigyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar gibi büyük medeniyetlere ev sahipliği yaptı. Avrupa’nın adı bile Anadolu’dan geliyor. Onun için bizim ortak kültürümüze, kültürel mirasımıza sahip çıkmamız gerekiyor. Avrupa’nın geçmişi ne kadar Anadolu ile ilgili ise geleceği de o kadar Anadolu ve Türkiye ile ilgili olacak. Anadolu’yu kazdıkça Avrupa’nın ortak değerlerini birlikte keşfedeceğiz ve bunu birlikte göreceğiz.” Bu satırları da dikkatli okumak gerektiğini düşünüyorum.
AB destek fonu metninde şu hususlara yer verildiği belirtiliyor: “AB-Türkiye Anadolu Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ile yakın işbirliği içerisinde ve bölgesel alt ofisler işlerliğinde tüm yurt sathında çalışacaktır.” Yani enstitü, kuracağı bölgesel ofisler marifeti ile Anadolu’daki diğer kazıları da yönetecek ve yönlendirecek. Belki de kazı başkanlarını ve orada görev alacak arkeologları da kendisi atayacak. Ayrıca AB’ye göre enstitünün adı da farklı; AB-Türkiye Anadolu Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü…içinde Türk ifadesi yok.
İşte bu oluşum ve gelişim sürecinin sonucu olarak söz konusu enstitü tarafından organize edilen ve düzenlenen 1.Arkeoloji Şurası, 15-17 Haziran 2022 tarihlerinde (deyim yerinde ise hiçbir masraftan kaçınılmayarak) Ankara Sheraton Otel’de düzenlendi. Enstitüye göre, şura kapsamında oluşturulan 11 komisyon marifeti ile şunlar amaçlanmış: Türk Arkeolojisi” kavramının ideal oluşum/gelişim yollarını bulmak; uygulanabilir, akılcı somut sonuçlara ulaşmak; ilgili Bakanlıklara, akademiye, diğer ilgili kurumlara kısa ve uzun vadeli çalışma plan önerisini sunmak; kurumlar arası iş birliği ve ilişkileri değerlendirerek yeni öneriler geliştirmek; strateji belirlemeye katkı vererek ilgili uygulayıcılara zaman kazandırmak; tüm sonuçları değerlendirerek arkeoloji dünyasına ve Enstitü Yönetimine kısa ve uzun vadeli yol haritaları önermek ve Türk arkeolojisinin çok yönlü SWOT analizini yapmak.
Prof. ÇEVİK tarafından yayımlanan Şura Sonuç Bildirisi’nde ise özet olarak; (kütüphanesi, arkeometri laboratuvarı, eğitim programları, arşivleri, yayınları, mekanları, araç-gereçleri ile yani tüm boyutlarıyla) Türkiye’de arkeoloji alanında bilim yapmaya tek yetkili kurumun Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü olacağı, bunu sağlamak için gerekli yasal zemini oluşturacak kanun tasarısının hazırlanarak ilgili mercilere gönderildiği belirtiliyor. Konunun paydaşı olan kurum ve kuruluşlara danışılmadan hazırlandığı anlaşılan kanun teklifinde hangi hususlar var, tasarı enstitüye ne genişlikte yetkiler tanıyor…kimse bilmiyor.
Özetlemek gerekirse; yasal zemini olmadan bir enstitü kurulmuş, kendi misyonunu belirlemiş, bu misyona göre kimlerle çalışacağına karar vermiş, buna göre organize olmuş, teşkilatını yapmış, maddi kaynağını sağlamış ve kendine görev bilerek bir Arkeoloji Şurası düzenlemiş. Tek eksik husus ise yasal dayanak… e o da halledilir canım, büyük bir mesele değil.
Arkeolojiye dair dernekler, kazı başkanları, arkeologlar enstitünün kuruluşuna, hazırlandığı söylenen kanun tasarısına ve de düzenlenen şuraya tepki gösteriyor ve enstitünün misyonları, üstlendiği işlevler ve sürecin işleme biçimini eleştiriyor, şura hakkında detaylı bilgileri olmadığını ve davet edilmediklerini söylüyorlar. Birçok akademisyen sürecin yeterince şeffaf yürütülmediğini, kendilerinin dışarıda bırakıldığını ve yeterince bilgilendirilmediklerini belirtiyor. Arkeoloji Şurası’nda arkeoloji alanından birçok paydaşa yer verilmemesine rağmen, alan dışından tarihçi Prof. Dr. İlber ORTAYLI’nın konuşmacı olarak davet edilmiş olması da ilginç.
Arkeologlar Derneği yayımladığı bildiri ile “ Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü’nün kurulmuş olmasını memnuniyetle karşılamakla birlikte, gerek enstitünün kuruluş sürecinde gerekse I. Arkeoloji Şûrası’nda yer alan komisyonların oluşturulma aşamasında yeterince şeffaf davranılmaması ve başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere arkeolojiye dair birçok paydaşa yer verilmemiş olması nedeniyle, şûraya katılmayacağız.” diyerek tepkisini ortaya koyuyor.
Kültürel ve Doğal Mirası İzleme Platformu yöneticisi arkeolog Nezih BAŞGELEN de “AB destekli, Gaziantep merkezli yeni girişimin düzenlediği şura gerek bilim etiği gerek Türk arkeoloji geleneği ile bağdaşmayan bir düzenleme ile bilimselliğin yerine kişisel ilişkiler ve yerel çıkarları tercih etmiş görünüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, AB ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi iş birliğinde oluşturulan enstitünün organize ettiği I.Arkeoloji Şurası gerek bilim etiği gerek Türk arkeoloji geleneği ile bağdaşmayan bir düzenleme ile bilimselliğin yerine kişisel ilişkiler ve yerel çıkarları tercih etmiş görülüyor. Bu davranış biçiminin de Şura açılışında büyük tepki aldığı görülüyor. Şura açılışında kimi konuşmacılarca irdelenen ve şikâyete konu edilen pek çok konu da devleti bu alanda temsil eden Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın uhdesindedir. Bakanlık makamının, geçmişte çeşitli politik etkiler altında bilim ekiplerini sizden/bizden ya da o iyi bu kötü gibi ayırma girişimlerinin yarattığı olumsuzluklar, sıkıntılar ve acılar hepimizin hafızasındadır. Bu açıdan kurulacak Enstitü’nün, hiçbir şekilde ‘bilim yapma iznini tekeline almaması’ ya da başka bir ifade ile ‘bilimi kimin yapacağına karar verme yetkisine’ sahip olmaması gerekir. Kurumun yetkilerinin de ilkesel olarak devlette iki başlılık yaratmaması önemlidir.” diyor.
Ayrıca milli olma iddiasıyla açılan enstitünün AB’den aldığı para kadar, Ankara’da değil de Gaziantep’te Kendirli Kilisesi’nde kurulması da eleştiriliyor.
Dünyaca ünlü tarih öncesi arkeolojisi uzmanı Prof. Dr. Mehmet ÖZDOĞAN da enstitünün misyonlarına ve sürecin işleme şekline tepki gösteriyor, böyle bir yapılanmanın bilimde tekelleşmeyi getireceğini ve arkeoloji bilimini geriye götüreceğini söylüyor. Şu hususları vurguluyor Sayın ÖZDOĞAN, Arkeolojik Haber’e verdiği röportajda:
“Türkiye’de arkeoloji ile ilgili bir kurumsal yapının kurulması gerekli. Bu konuda hiçbir kuşku yok. Ama bu bir enstitü mü olmalı yoksa başka bir şey mi olmalı? Bu önemli bir soru! Neden önemli? Çünkü bu konudaki çalışmalarda bugüne dek model olarak hep yabancı enstitüleri aldılar. “Almanların enstitüsü var, Fransızların enstitüsü var, İngilizlerin sonra Amerikalıların enstitüsü var, Türkiye’nin niye yok?” denildi. Aslında bu görüş hatalı. Çünkü yabancıların enstitülerinin kendi ülkelerinde hiç geçerliliği yoktur. Mesela Alman Arkeoloji Enstitüsü, Alman Bilim İnsanlarının başka ülkelerde yaptıkları çalışmalar için kurulmuştur ve onları organize eder. Almanya içerisi enstitünün kapsamı dışında kalır. Fransa Arkeoloji Enstitüsü, Fransız Dışişleri’ne bağlıdır ve Fransız bilim insanlarının dışarıdaki çalışmalarını koordine eder. İngiliz Arkeoloji Enstitüsü, birkaç kurumun koordinasyonu şeklinde İngiltere’nin kendisi de enstitü kapsamı dışında kalır. Amerika’dakiler ise sırf Türkiye için kurulmuştur. Alınan model yanlış. Dünya’da böyle bir oluşum yok!
Bürokrasiyi devlet yapar. Bu Kültür Bakanlığı’nın işidir, düzenleyici odur. Enstitüler ise yasal olarak YÖK’e bağlıdır. YÖK’ün dışında bir enstitü kurulamaz çünkü yasada yeri yok. Mevcut yasalara göre üniversiteler YÖK’e bağlı olarak araştırma enstitüsü kurarlar. Araştırma enstitüleri de bilimin kurallarına göre kendi içinde farklı amaçlar için bilimsel çalışmalar yaparlar. Yani Gaziantep’te bir enstitü kurulacaksa bu ancak bir üniversitenin içinde kurulabilir. Yani bağımsız bir bilim enstitüsü Türkiye’nin sisteminde yok. Üstelik; hem karar verici olarak kimin, nereyi, nasıl ve hangi bütçe ile kazacağına, hangi laboratuvarda kimin ne inceleyeceğine karar verecek hem de bilimsel araştırma yapacak, laboratuvar işletecek, her şeyi yapacak bir enstitü modeli yok. Dünya’da böyle bir oluşum yok zaten olması da mantıklı değil.
Böyle bir çatı oluşumu olmamalı. Bölgesel araştırma merkezleri kurulması doğru. Türkiye’deki her bölge için böyle bir şey gerçekten gerekli. Ama hepsini tek bir çatı altında toplayıp, Türkiye’deki arkeolojiyi birilerinin istediği gibi yönlendirmeye çalışırsan bu yanlış. Baştan da belirttiğim gibi bu tekelleşmeyi getirir. Hata burada. Bilimi tekelleştiremezsiniz. Bu Türk arkeolojisini geri götürür. Bilim tekelle yürümez. Bilim açık rekabet gerektirir.” diyerek tehlikenin boyutlarına dikkat çekiyor.
Özetle Anadolu’da arkeolojik kazıların sayısı artmaya, buralarda ortaya çıkarılan buluntular kültürel açıdan Hint-Avrupa Hipotezine aykırı hususları yani gerçekleri işaret ettikçe ve de bu toprakların uygarlığın beşiği olduğu artık daha da güçlü kanıtlara sahip oldukça, emperyalistler olayın yönünü değiştirmek için yeniden sahneye çıkmaktadır.
Bir arkeolog profesörümüz, yayımladığı kitabında yer verdiği anekdotta, bir kurgan kazısında ortaya çıkan iskeletin antropolojik özelliği konusunda kazıyı yöneten Fransız arkeolog ile arasında geçen tartışmayı anlatır ve Fransız arkeoloğun “Bu benim kazım, parayı harcayan benim. Söz hakkı da benimdir.” diyerek tartışmaya son noktayı koyduğunu aktarır. Yani… parayı veren düdüğü çalar!
Göbekli Tepe’deki bilimsel araştırmaların finansmanının; kazıların başladığı 1995’ten 2013 yılına kadar Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından, bu tarihten sonra da Alman Araştırma Vakfı’nın uzun vadeli (2009-2022) Yukarı Mezopotamya’nın Tarih Öncesi Toplulukları ve Varlıkları Projesi kapsamında sağlandığını da burada belirtmek isterim.
Son söz olarak şunu sorayım: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sınırları içerisinde yapılan arkeolojik kazıları finanse edecek maddi kaynaktan ve bunları yönetecek kadrolardan yoksun mudur?
Esen kalın.
Elinize sağlık. Çok yararlı ve duyarlı bir çalışma olmuş. Teşekkür ederiz. Umarım herşeyin yabancılarca talanına son verilir artık.