Nihat Genç

Üçün biri

featured

Nihat Genç yazdı…

Yine ‘üçün biri’ günlerine dönüyoruz! Üçün biri, demeyin, ülkemizde toprak pazarlığı yapan ve komşularıyla savaşan kapkaranlık bir dönem açmıştır!

Özal’ın meşhur ‘bir koyacağız üç alacağız’ lafıdır, karşılığı hemen verildi, ‘üçün birini alırsınız’ diye, ki, üçün biri argoda iki bacak arasındaki üçüncü eleman oluyor! Ve üçün biri yani elemanın adı hemen koyuldu: Küçük Turgut!

Bunun da argoda karşılığı cinsel organ! Ve çok geçmedi Küçük Turgut üzerine yüzlerce yazı yazıldı ve hatta ‘Küçük Turgut’, Özal’ın ağzından ‘Küçük Turgut’u size gösteririm’ diye telaffuz edildi ve gazete manşetlerine taşındı!

Üçün biri’nin Osmanlı ve Roma imparatorluğuyla ne alakası var, şöyle var! Amerika bizden Kuzey Irak’a girmemizi istedi ve Torumtay Paşa Özal’a muhalefet ve istifa etti, ancak liberaller islamcılar ve etnik siyasetin hayalleri gerçek oldu! Biz Kerkük’e girerek bir koyacağız ama karşılığında üç alacağız!

Ve biz hiç bir şey alamadık ama Kuzey Irak’ta Kürt federasyon yapının inşaası başlamış ve bitmiş oldu!
Sonra 2010’lı yıllarda Emevi Camii’ne yola çıkarken Osmanlı tartışması şöyle başladı, o günler aynı zamanda ‘açılım’ günleriydi ve Halep bizim bir eyaletimiz olacak, Kuzey Irak da eyaletimiz olacak ve içerde de güneydoğu federasyon olup eyelatimiz olacak! Adına BOP denilen ve içine Osmanlı senaryosu yerleştirilen senaryo buydu! Tam tersi oldu Suriye’den ülkemize milyonlarca Arap akın etti!

Şimdi Bahçeli’nin çıkışından sonra gündeme taşınan Roma senaryosu şu, Osmanlı senaryosuyla aynı, Roma, Beyaz Saray oluyor, yani Amerika’nın kızılelması! Roma’da eyalet sistemi vardı ve Roma hukuku çalışıyordu ancak küçük devlet ve krallıkların hepsi Sezar’a bağlıydı!

Yazılıp çizilenlere göre Kuzey Irak ve Suriye’nin kuzeyi bize bağlanacak ve güneydoğu da federasyon yapılıp Türkiye’nin hamiliğine verilecek ve Türkiye’nin de hamisi büyük Roma Amerika!

Kardeşlerim, size kişisel delilik ve fantezilerimi anlatmıyorum ciddi ciddi yazılıp çizilenler bunlar!

Tabii sonra da ‘işgalci asker’ defol çekil diye bir isyan hareketi başlar ve bir gecede üçünü de birden kaptırırsın!

Kardeşlerim bu hayallere kapılan liberaller ve islamcılar ve Fetö Amerikan askerlerine kapılarını ardına kadar açtılar ve elimizdeki Cumhuriyeti kaybettik! O yıllarda neo-liberallerin Türkiye’nin en büyük ihraç malı gücü-zenginliği ordusudur, laflarını unutmayın!

Kumpasın Türkiye Cumhuriyetine kurulduğu çok açık, yemi attılar ve Türkiye’yi Suriye topraklarına soktular!

Kardeşlerim, ne Çinliler ne Hintliler ne de Japonlar batı topraklarını hiç bir zaman istila ve işgal etmediler!

Ne Çinliler ne Hintliler Batılıları hiç bir zaman köle ve esir etmediler! Hatta Rusları (slavları) sonra Fransız İspanyol aklınıza kim gelirse köle yapan ve işgal eden Türklerdir! Kısa bir tarih, önce Persler sonra bir Akdeniz medeniyeti Fenikeliler ve Kartaca, ve sonra Araplar’ın İspanya fethi, ama son yüzyıllarda Türklerdir çünkü daha önceki fatihler Avrupa topraklarında çok uzun süre kalamadılar oysa Türkler Avrupa’da yüzlerce asır yaşadı!

Kültür tarih edebiyat ve zihinlerde en çok yer etmiş işgal ve kölelik yüzyılları Türklerindir!

Batının hıncı sebepsiz değildir!

Osmanlı’nın Roma’ya özentisi ve benzerliği çoktur mesela kölelik ikisinde de vardır ve ancak Osmanlı’nın köleliği daha merhametlidir batının köleliğiyle mukayese edilmez!

Ve tarihte iki tür Roma vardır, birinci pagan-dinsiz-çok tanrılı Roma’dır, ikincisinin başına ‘Kutsal’ koyulur çünkü artık ‘kilise’ Roma’nın başındadır! Kilise ve Kral (din-siyaset) ilişkisi de Osmanlı’dan farklıdır çünkü Osmanlı hiç bir zaman karşısında ya da yanında ikinci bir güce izin vermemiştir, iktidarda ikilik yaratmamış ve iktidarı kimseyle bölüşmemiştir!

Yani Roma’yla benzemeyen yanlarının başında ruhban sınıfı yoktur ve asıl önemlisi Roma’da aristokrasi sınıfı vardır ve herkes eşit yurttaş değildir!

Osmanlı’da bir aristokrasi sınıfı oldu mu ya da 17. yüzyıldan sonra ama pekala bir yerel eşraf-ileri gelenler ve ayan sınıfının oluştuğu aşikar!

Düğüm burada kopuyor, Osmanlı topraklarında müslümanlar kendilerini önce topraklarındaki gayrimüslimlerden ve sonra tüm dünyadan üstün görüyorlar!

Ve kıyamet başlar, II. Mahmut Tanzimat’la müslüman tebaayla gayrimüslim hakları eşitleyince peşi sıra önce homurdanmalar sonra Türkler kafirleşti diye isyanlar başlar! Mesela Osmanlı’ya silah çeken Şerif Hüseyin o günlerde ittihatçılar’ı kafirlikle-ırkçılıkla suçlar ancak bu isyanın kökeni Tanzimat’a dayanır!

Neyse İslamcı iktidarımız islamcıları yeniden üstün bir sınıf yaparak zenginlik ve hazineleri islamcı bir sınıfın emrine vererek ve islamcı sınıfa dokunulmazlıklar vererek ve tarikatlara ayrıcalıklar destekler vererek Tanzimat’la bozulan üstünlük dengesini tekrar ellerine geçirdiler, ancak bu sefer gayrimüslim muamelesi gören Cumhuriyetçi ve laikler oluverdi!

İslamcı cehaletin asıl saldırması gereken mesela onbinlerce yeniçeriyi Laleli’de katleden II. Mahmut’tur, ama değil İslamcılar gözü dönmüş şekilde yüzyıl sonra ortaya çıkan Cumhuriyetçilere saldırıyorlar!

Aslında Tanzimat’a giden yol önceden belliydi 18. yüzyılın sonunda yapılan Nuruosmaniye Camii batı mimari stili barok tarzı yapılmıştı ve Osmanlı mimarisini inkardı ve özentiydi ve aşağılık kompleksini temsil ediyordu! Yani mimari tarzını Batılılaştırarak camimimize asıl saldırıyı yapan Osmanlı’dır ancak İslamcılar laiklere saldırır!

Yani, siyonist, kafir, İngiliz, emperyalist, Fransız vb. dururken İslamcıların kalkıp Cumhuriyetçileri baş düşman ilan etmesine insan akıl sır erdiremiyor!

Mesela emperyalizmle işbirliği içinde olan Suud’dur, Mısır’dır ve Humeyni öncesi Şah Pehlevi’dir ve Vahdettin’dir ancak kalkıp emperyalistlerle işbirliği yaptı diye suçladıkları yok efendim İngilizler İstanbul’u niye boşalttı yok efendim Atatürk’ü Samsun’a kim gönderdi, diye iftira attıkları yine Atatürk’tür!

Mesela Cumhuriyete ilk büyük saldırılar Atatürk heykellerini kırmakla başladı, put ve putçuluk denildi ve kafirlik olarak gösterildi, oysa, binlerce yıldır neredeyse Anadolu’nun türbe ve sanduka ve makamları ortada ve bunların dini anlamı nedir ve hiç birine saldırı söz konusu değil ve başımızın üstünde de yerleri var ayrı! Ama mesela Osmanlı’da soylu sınıfının makamını belirten sarıkları bile mezar taşlarında ölünce bile başlarından bırakmadılar ve bu sarıklı mezar taşları soyut birer heykel değil mi?

Mesela kutsal eşyalar ve Kabe’nin örtüsü çok yüksek bir ihtiramla saklanır ve Kadir gecesi dualar okunur öpülüp başa koyulur!

Mesela Fatih Kanuni ve İbni Sina vs. ile bir millet övünür ve millet onların resmini heykelini görünce iftihar eder ama söz konusu Atatürk olunca kıyameti kopartırlar ve Atatürk’e put diyenler sonunda Fetö’nün donunu kokladılar!

Ayrıca milli heykellere elle dokunulmaz ve dua edilmez ve mum yakılmaz adak adanmaz ama türbelerde hepsi vardır!

Orta-Doğu’da şiilerin kutsal mekanlarına gidip telaşı izdihamı bağırtıları ayılmalar bayılmaları gördüğünüzde Osmanlı’nın camii ve türbelerle girdiği mesafeli saygın ilişkiyi anlarsınız!

Mesela İslamcılar kabinesinin yarısı mason olan Menderes’i göklere çıkartır hatta hem Menderes hem Özal’a evliya muamelesi yapar ancak masonları kovmuş olan Atatürk’e düşmandırlar!

Milli anıtlar, milli abideler, bir milletin köklerini gösterir, İslamcılar göstermez mi, her şeyh, şeceresini yani ata-baba-soy geçmişini bir zincir şekilde sıralar! Şeyhlerine atanla soyunla niye övünüyorsun diye sormuyorlar ancak Atatürk İslam öncesi köklerini araştırdı diye kafirlikle suçlanır!

Atatürk dil devrimiyle Türkçe çeviriler yaptığı için suçlanır! Osmanlı asırları boyunca hadi Arapça olsun kaç çeviri yapılmış? Doğu ve batı klasiklerinin hangileri çevrilmiş? Üstelik 19. yüzyılda Mısır’da Kavalalı çeviriyi ciddiye aldı ve Arapça konuşulan bir ülkede Batılı klasikleri şaşırmayın Atatürk henüz doğmamışken Türkçe’ye çevirdi!

Kıyafetlerini ilk değiştiren batılı tarzda üniforma ve sivil kıyafet giyen 19. yüzyılın padişahlarıydı ve şaşırmayın, II. Mahmut Batı’dan Donizetti Paşa ve bando takımı getirdi ve 19. yüzyılın padişahları hayatlarında hiç mehter duymamıştır!

Ve Ardahan ve Kars’ı parayla satan ve Kıbrıs’ı İngiliz’e hediye eden Atatürk hiç değildi ama vatan toprağını parayla satanı evliya yapıyor vatan toprağını kanıyla canıyla kurtaran Atatürk ve arkadaşlarına kafir diyorsunuz, olacak şey değil ve bu normal değil ve arkası çok şaibeli!

Evet, olacak şey değil, çünkü bu iftiralar sahte belgeler ve suçlamalar ve laikleri baş düşman ilan etmeler, yukarıdaki ‘üçün biri’yle çok alakalı!

Türkiye’yi üçün birine razı edecek yeni bir islamcı kuşak yetiştirilmeliydi!

İlk hedef, İslamcı dini yapılardan önce ‘sivil kurum’ inşa edildi, mümkün değil, çünkü dini yapılarda seçim olmaz, birey olmaz, sandık olmaz, bir şeyh ya da emir vardır ve herkes ona itaat eder, ki öyle olmuştur, ama işte başta Bernard Lewis ve Şerif Mardin ve şürekası liberal tayfa, dini bir yapıyı ‘sivil kurum’ ilan ettiler!

Onlarca yıl devlet küflü hantal diktatör denildi ve onu kurtaracak olan devletin gölgesinin dahi olmadığı ‘sivil kurumlardır’ diye yazılıp çizildi!

Şimdi söyleyeceklerime ise hiç şaşırmayın, geldi, bu İslamcı dini yapıları Batılılara nasıl sevdiririz ısındırırız, bahsine!

Yine olacak şey değil ama Osmanlı tarihinden bir ‘hoşgörü’ inşa ettiler! Osmanlı’nın Batıya seferleri fetihleri ortada bu nasıl bir hoşgörüymüş nereden çıktı bu hoşgörü demeyin, şöyle! Dediler ki evet ama Osmanlı kendi içindeki Rumlara Ermenilere Yahudilere batılı devletlerden daha hoşgörülü davranıyordu!

Eeee, ne olacak, şöyle olacak, bu İslamcı sivil kurumlar hoşgörüyü temsil ediyor, sonra bunun adını koydular: Ilımlı İslam ve teorisini de inşa ettiler: Dinlerarası Diyalog!

Ve Batılı yazarlar İslamcı yapıları Batılılara sevdirmek için çok ilginç bir tespitte bulundu, evet, bunlar içerde düşman-kafir ilan ettiklerine dışardaki (emperyalistlerden) daha öfkeli yani dış düşmanları değil iç düşmanı baş düşman ilan ediyorlar.

Ki, Orta-Doğu’daki henüz tamamlanmamış bütün milli devletler için böyleydi, Şahın İranı da Cemal Nasır’ın Mısırı da, Baasın ve sosyalistlerin Irak’ı Suriyesi ve Filistin Kurtuluş Örgütü de bu islamcı yapıların baş düşmanıydı!

Sıra milli devletlere suçlama iftira sahte belge ve suikast ve kumpas ve darbe aşamalarına geldi, ve hepsinde istisnasız CIA ve Mossad devredeydi, hepsinde ırkçılık, tağuti düzen, din dışı, kafirlik suçlamasına ve Enver Sedat’ı, Arafat’ı öldürdüler, Müslüman Kardeşleri iktidara taşıdılar ve Türkiye’de Fetö ve islamcıların önünü Suud bankalarıyla Batılı servislerle açtılar!

Milli devletleri yıkmalarına sebep İsrail’in önü açılsın mesela Türkiye BOP başkanı olsun sonra federasyona geçsin yani üçün biri yemlerini gömüldükleri Osmanlı hayalleri içinde yutacak razı gelecek siyasi bir yapı oluşsun, istediler, başardılar!

Benim düşüncem, Roma’ya ya da Osmanlı’ya giden yolu çoktan geçtiler! Çünkü önce iktidar gücünü elinde tutan ayrıcalıklı üstün bir sınıf inşa ettiler ve bu sınıfın inşasında siyonist sıcak paranın hizmeti ve taşeronluğu çoktur!

Ve bu sınıfın medyasıyla siyasi dayatmalarını tek tek önce konuşturuyor, sonra alıştırıyor sonra tarih ve gerçeklik algısı islamcılar tarafından bozulmuş bu kitlenin varlığıyla Roma’ya tam teslim olacak bir siyasi atmosfer yaratmayı başardılar!

Bunun en açık örneği tarikatlarımızdır, bu tarikatların ‘tasavvufla’ hiç bir ilişkisi yoktur, hiç biri Anadolu tasavvufunu bilmez ve şeyhlerine dahi Yunus Emre Şemsi Tebrizi ya da Hacı Bektaş üzerine konuşturun yan yana üç cümle kuramaz! Ve hatta Yunus Emre bu günümüz hurafe tarikatlarında yasaktır!

Çünkü Yunus Emre ‘bir ben var benden içeri’ der, ve bu mısrada Yunus Emre insanı Tanrı yapıyor diye karşı çıkıyorlar!

Bugün sözü edilen bu tarikatlar tasavvufi bir yapılanma değil bir şeriat mektebidir, ki, tasavvuf Anadolu’da katı şeriat yasaklarından bireysel planda kaçmak ve yumuşatmak için gelişmiştir! Şeriat başka tam karşısına geçmiş olan tasavvuf bambaşka bir şeydir! Mesela Anadolu tasavvufunda şeyhle ilişki siyasi değil mana ve gönül ve varlık ve yokluk üzerinedir!

Peki çok köklü bir kültürümüz olan şeriat ve tasavvufu birbirinden ayırt edemeyecek hale nasıl geldik?

Çünkü bugünkü tarikatların tasavvufla hiç bir ilişkisi olmadığını aydınları siyasileri ve akademisi bildiği halde hiç konuşmazlar, niçin, bunlar insana kanaatkarlık ve öz disiplin getiren tasavvuf değil tam tersine şeriat devletine hazırlanan şeriat okullarıdır, diyemezler diyemiyorlar!

Çünkü üçün birine giden yolun ilk taşlarını liberaller ve islamcılar akademileri ele geçirerek başladı, ve hepsini susturdu!

Ve üçün birine giden yolda kapitalist şehvet ve iştahı ve doymazlığı en köklü geleneğimiz tasavvufa sokarak müslüman kitlelerin ruhuyla oynadılar, ki, çok geçmeden sömürgeci şirketlerin yağma talanının taşeronları haline geliverdiler, evet, artık bütün yollar Roma’ya çıkıyor!

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 Yorum

  1. yerli yernde dümdüz dosdoğru bakışlar.. ömrün uzun kalemin keskin ola büyük Genç..

  2. 24 Kasım 2024, 20:51

    Kısa bir cümlede söylemek istesem şu ki, Atatürk millî mücadelede ve sonrasında tüm gücünü tasavvuftan alıyordu çünkü hem kendisi ve babası tasavvuf ile ilişkisi vardır. Tarih boyunca hiçbir zaman İslam dininde irfani tasavvuf ile şeriatçıların yıldızları barışmadı ve barışmayacak. Yine kurtuluş yolu irfani tasavvuftur.

  3. Karanlıklar aydınlanmaya başladı. Türk ulusu; bu yola tüm benliğinizi verin, destek olun. Çok az bir destekle bile bu kadar iş yapan, karanlıkları aydınlatan bu sese kulak verin, maddi manevi destek olun

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun!