Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…
Terkedilmiş viran ev vardır; in-cin top oynar. Yaşanmaz haldedir ve daha önce yaşayanların ve gelecekte yaşayacakların artık dönüp bakmadığı bomboş bir mekandır. Hiçbir canlılık emaresi kalmamış; sakinleri başka yerlere dağılmış ve belki de her biri başını sokacak bir damı zor bela bulmuş, bazıları ise sokaklardadır. Gün gelir, bu ev belediye tarafından geri dönüşüme sokulur. Yıkıldı yıkılacak olan evin yerine ya da uygun değilse, başka bir yere yeni konutlar, plazalar dikilir. Viran evin eski sakinleri için piyango çıkmış; kimi dar damlardan kimi sokaklardan kurtulup dört başı mamur dairelerine yerleşmiştir. Eskisinden daha lüks konutlara kavuşmuş; üstelik oraya buraya dağılmış eski sakinler derli-toplu bir sitede ya da plazada bir araya gelerek güç toplamıştır.
PKK terör örgütü ülkemizde bitti bitecek bir noktaya gelmiş; Türk polisi, askeri ve korucuları sayesinde evi barkı yerle bir edilmiş; Kandil neredeyse baykuşlar ötecek viraneye dönmüş iken, şeytan Apo’nun şeytanca çağrısı ile “geri dönüşüm” başlatılmıştır. Metruk (terkedilmiş, viran olmuş) PKK terör örgütü bu çağrıyla, viran meskeninden tam umut kesmişken geri dönüşüm fırsatı yakalamış ve 12.03.2025 tarihi itibarıyla SDG-PYD olarak HTŞ elebaşı Colani ile Suriye’de devletin ortağı olmuştur. Köhne PKK, bu geri dönüşümden sonra Suriye’de devletleşerek “yeni konut”una yerleşmeye başlamıştır. Hatta köhne evin yerine plazaya taşınmıştır.
Ama terör örgütü, hem metruk mağarasını berkitip hem de yeni plazasını yaptırarak iki kez kazançlı çıkmıştır. İçeride ve dışarıda etkili-yetkililer olmadan bu dönüşümün gerçekleşmesi mümkün müdür?
PKK terör örgütü 40 yıldır sindiği mağaranın geri dönüşüme uğrayıp Suriye plazasına dönüşeceğini hayal bile edemezdi. Emperyalist efendileri elbette onun için böyle bir sonuç hazırlıyordu ama bu ganimetin tarihini yine terör örgütünün sahipleri biliyordu. Terör örgütü mağara işgalinden devlet işgaline doğru seviye atladı. Ancak Türk Milleti bu oyunun farkındadır ve Apo şeytanının hepimizi emperyalist bir tuzağının içine çekmek üzere bu mel’un çağrıyı yaptığının bilincindedir. Bu terör oyunu behemehal bozulacaktır.
Ancak PKK terör örgütü, Suriye’de devletleşirken, geri dönüşüm için mağarasını da terk etmiş değildir. Bu, altın tepside çifte vurgun anlamına gelir.
Önceki yazımda belirttiğim gibi, Apo şeytanının çağrı metnine bu açıdan hep birlikte yakından bakalım.
Basına yansıyan ve resmen dikkate alınan çağrı metni bir sayfalık çelişkili, mantık dışı ve dağınık bir zihin halini ifşa eden bir yazıdır.
İlk paragrafta, Apo teröristi, PKK’nın öyle haybeye doğmadığını, uluslararası koşulların gereği olarak ortaya çıktığını ve adeta bunun zorunlu bir “gerekseme”nin sonucu olduğunu öne sürüyor. İlk neden, “20. yüzyılın tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olması” olarak gösteriliyor. İlk satırda Apo tarihten hiçbir şey anlamadığını gösteriyor. İnsanlık tarihinde iki dünya savaşını mumla aratacak pek sık “şiddet yüzyılları” geldi geçti. Ama o, 20. Yüzyılı tüm tarihsel sürecin en yoğun şiddet yüzyılı olarak damgalıyor ki PKK’nın uyguladığı “şiddet”in uluslararası koşulların doğal sonucu olduğu ve “meşruiyetini” bu koşullardan devşirdiği mesajını verebilsin. İşte bunu yapıyor. Sonra reel-sosyalizmden söz ediyor. Türkçemizde karşılığı “Gerçek Sosyalizm”dir ve halk nasıl olsa bir şey anlamaz diye “reel sosyalizm” kavramını tercih ederek kelime oyunu yapıyor. Sovyetler Birliği ve Doğu bloku ülkelerde Brejnev döneminde sosyalizmin kuramdan pratiğe geçirilmesi için başlatılan sürecin adıdır ve 1960’larda komünist ülkeler gerçek sosyalizmi uygulamaya dönük pratik bir ideoloji olarak savunmuşlar; ama Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra salt kuramsal bir referans olarak kalmıştır. Yani, Apo şeytanı sanki PKK terör örgütünün bu referansların etkisiyle reel sosyalizmi Türkiye’ye getirerek ülkeyi kalkındıracağını savunuyor ki bu koca bir yalandır. Sovyetler ve Doğu Bloku ülkeler gerçek sosyalizmi gerçekleştirememişken, terör örgütü mü bunu yapacaktı? Emperyalizmin oyuncağıyız demek yerine meşrulaştırıp hala sevimli görünmeye çalışmak şeytanca bir yöntemdir.
“Kürt realitesinin inkârı”, PKK terör örgütünün doğuş nedenlerinden bir diğeri olarak ileri sürülüyor. Yine, “realite” sözcüğüyle kelime oyunu devam ettiriliyor. “Kürt realitesi”, “Kürt gerçeği” ya da “gerçekliği”, bir yığın sorunun yanıtlanmamış sloganı olarak tekrarlanıyor. Bu gerçeklik, ırk mı, din mi, mezhep mi, salt bir topluluğa özgü benzersiz, özgün ve ayrı bir kültür mü, hangisi? Yoksa 8. Yüzyıldan günümüze dek süren onlarca kalkışmayı belli bir etnik bir temele dayandırıp sahiplenerek mağduriyet yaratmak mı? Ne demek Kürt realitesi? Bu soruların yanıtını metnin yazarı ya da yazarları da bilmiyor. Bu sözde realiteyi tutup özgürlük ve özellikle ifade özgürlüğü yoksunluğuna bağlıyor. Peki, özgürlük istemi, belli, bir etnik grubun inhisarında mıdır? Tarihsel süreçte özgürlükler peşinde koşmak için terör örgütü kurmak meşru bir yol mu? Önceden Osmanlı Devleti’ni ve şimdi Türkiye Cumhuriyeti’ni içte ve dışta zora sokacak terör faaliyetleriyle özgürlük talebinde bulunmak, en hafifinden ahlaksal bir cürüm değil midir? Özgürlük, ahlaksal bir kavramdır ve bunu terörle kotarmaya çalışmak, ahlaksız bir özgürlükten söz etmektir.
Bir başka paragrafta, iki ayrı millet, iki farklı kültür ve iki ayrı tarafmış gibi “Kürt-Türk” ilişkilerinden söz ediliyor. Bu ilişkiler 1000 yılı aşkın süredir “gönüllülük yönü ağır basan” birliktelik oluşturuyormuş. Tek millet olarak “Türk Milleti” kavramı etrafında kaynaşmış halkı, “Kürt-Türk tarafları diye ayırırken diğer yandan da gönüllü birliktelikten dem vuruluyor. Öyle ki PKK, bu “gönüllü birlikteliği”, iç ve dış koşullar nedeniyle sona erdiriyor ve karışmayan iki deniz gibi, Kürt ile Türk’ü tam ortadan ayırıp her an düşmanlaştırılabilecek iki ontolojik cephede konumlandırabiliyor. Kelime oyunları öncelikle zihinsel süreçleri felç ederek sübliminal mesajları tüm toplum katmanlarına nüfuz ettiriyor. Bir yandan “Türk ırkı yoktur; halklar birbirine karışmıştır” derken diğer yandan, bu karışımdan “Kürt”ün saf ırk olarak sıyrılıp “Kürt realitesi”ni koruduğu savına inandırmaya çalışıyor. Evlilikler, göçler ve kültür değişmeleri her etnik grubu başkalarıyla karıştırır ve “Kürt realitesi” safsatası da bundan muaf değildir. Niyet açıktır: Türk kimliği ve Türk Milleti realitesini ortadan kaldırmak…
Aynı paragrafta, “Türkler ve Kürtler varlıklarını korumak ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için hep ittifak içinde kalmayı zorunlu gördüler” derken, 8. Yüzyıldan Cumhuriyetimizin bu gününe kadar süregelen çeşitli başkaldırıları “Kürt isyanları” olarak nitelendirmekle, PKK terörünü, “en uzun süren Kürt isyanı” olarak vurgulamak, taban tabana çelişkili savlardır. 1000 yıldır Türklerle gönüllü ittifak içinde olan Kürtler, neden onlarca başkaldırı ve son olarak PKK terörü ile yan yana getirilmektedir? Bozguncu taraf Kürtler demenin tersten yazılışı değilse, bu ittifakın 1000 yılda onlarca kez bozulması Kürtlerin hanesine yazılacak olumlu bir sicil olabilir mi? Olumsuz olduğuna göre, tersten ‘oyun bozan’ taraf olarak Kürtleri suçlamak değil midir? İşte terör örgütü nün gözünde etnik grup, ahlak, kültür ya da insanlık önem taşımaz. Hiçbir kutsalı tanımayan PKK terör örgütüne yakın örgütlerle ile Hizbullahçı çevrelerin aynı emeller doğrultusunda geçtiğimiz ay çalıştay düzenlemesi manidardır.
“Kapitalist modernite”, kavramı tam bir cehalet örneğidir. Her şeyden önce, modernitenin kapitalisti, sosyalisti yoktur; kapitalizm zaten modernitenin doğal sonucudur. Ama metni nasıl olsa herkes çözümleyemez diye modernitenin kapitalisti ve sosyalisti varmış gibi sözüm ona acemice Marksist jargonları boca ediyor. “Kapitalist modernite” bu ittifakı parçalamayı gaye edinmiş” diye devam ediyor ve paragrafın sonunda, “Cumhuriyet’in tek tipçi yorumlarıyla bu süreç hızlanmış” deniyor. Peki, sizin “çok tipçiliğiniz” nedir? Tek tipçilik dediği Cumhuriyet, kimsenin etnik, mezhepsel ve kültürel farklılıklarına bakmadan her bireyi seçkin Türk yurttaşı görmüş ve ulus devleti laik, sosyal hukuk devlet felsefesine üzerine inşa etmiştir. Tek tipçilik bu mudur? Peki bunun yerine çok tiplilik nasıl olacak? Lübnan gibi mi? Irak gibi mi? Suriye gibi mi?
Yanıtı, sonraki paragrafta veriliyor: Sözüm ona “demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazmış”. Cumhuriyet ilkeleri ve Anayasanın ilk dört maddesi bu ihtiyacı karşılayan felsefeyi Cumhuriyetin kurulması ile yere ğöğe kazımışken, hangi demokratik toplumdan dem vurulmaktadır? Hadi ben de başka bir kavram üreteyim: PKK terör örgütü, emperyalist ve dahi modern terör destekçilerinin emriyle eşitlikçi, özgürlükçü Cumhuriyeti yıkıp emperyalist kapitalist güçlerin boyunduruğu altında demokratik toplum ihtiyacını giderecekmiş. Kimi kandırıyorsunuz? Sizi gidi kapitalist-sosyalist modernitenin terör şeytanları sizi!
Cumhuriyet, bütün yurttaşlarını eşit görmüş ve bunu anayasal güvence altına almıştır. Fırsat eşitliği, hukuk önünde eşitlik, dinsel ya da ırksal imtiyaza kapalı olma, ulus devlet olmanın temel dayanaklarıdır. Ve devlet demek, bir kimlik, bir ideoloji ve bir ülkü birliğinin adıdır. Kültüralist (bireylerin, toplumların kimliklerini, davranışlarını ve toplumsal süreçleri kültürel faktörlerle açıklamak) çözümler, demokratik toplum ihtiyacını karşılayamamaktadır deniyor. O halde, Türk Milleti bütünlüğü dışında ayrı, özgün ve tümüyle çerçevesi çizilmiş bir etnik kültürden söz edemeyiz. Kendi kendini tekzip eden fantastik savlardan biri de budur. Kültüralizm, aynı zamanda kültürü durağan, homojen ve topluluklar arası aşılmaz fark yaratan öğe olarak görür. Öyleyse, Türk Milleti kavramının dinamik, gelişken ve akışkan bütünlüğü içinde, bir gurubu terörle bu bütünden koparıp sonra onu “bütünün her parçasından farklı bir kültürün statik temsilcisi gibi tanımlamak, asıl “tek tipçilik” değil midir? Ayrı ulus devleti özerklik, federasyon ve kültüralist yaklaşımlarla bir tutmak, cahil kurnazlığından başka bir şey değildir.
Ardından gelen paragraf, bu çelişkinin ne acıklı boyutlara vardırıldığını göstermesi açısından çok manidardır.
Bir önceki paragrafta, Kültüralist, federalist ve idari özerklik yaklaşımları ‘demokratik siyaset’e ve ‘demokratik toplum ihtiyacı’na cevap olamaz derken, burada ”kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür” ifadesi birbirine kökten aykırıdır. Şeytanlık, çelişkiye düşürüyor. Hani kültüralist çözüm geçerli değildi? Bireyler ve toplumlar arası aşılmaz kültürel farklılar, Türk Milleti sosyal, siyasal, kültürel kamplara bölünerek mi aşılacaktır? İşte bu paragraf, bir önceki paragraftaki savları temelden inkâr ediyor. Ama bir farkla…Ulus devlete ilişkin her kapıyı özenle, dikkatle kapadığından emin olduktan sonra bu çelişki dolu tuzak cümleleri ardı ardına sıralıyor. Ulus devlet olmasın da ne olursa olsun. Maksat Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak ise, çelişkinin ne anlamı var, değil mi? Her türlü hile hurda mubahtır. Bu taktiği Hizbullah’tan öğrenmiş olmalılar. Zaten yetkili bir kısım siyasilerden sahadaki teröristlere varınca dek, “kurucu önder” sıfatı verilen Apo şeytanı ne öksürürse hikmettendir, öyle mi? Feto şeytanı gibi Apo da seküler bir tarikat şeyhi gibi parlatılmaktadır. Maşallah Doğu’da şeyhlik taslayan, bir kadeh şarapta fırtına koparan, bir kadının giyimi ve kuşamından kıyametler üreten tarikat ve cemaatler, PKK terör örgütünün giderek seküler bir tarikata dönüşmesinden pek de rahatsız görünmüyorlar. Aynı yolun yolcusu olmasınlar?
Metruk PKK, bu çağrı ile geri dönüşüme girmiştir ve Suriye’de devletleşme aşamasına gelmiştir. Ancak ad ve yer değiştirip bu geri dönüşümden çifte vurgun yapmaktadır. Apo şeytanının yazdığı ya da kendisine yazdırılan bu metin, başta Kürt kardeşlerimiz olmak üzere tüm Türk Milleti’nin yerine, yurduna, ülkesine, toprağına ve istikbaline, kısacası Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik yok oluşa götüren geri dönüşüm metnidir. Virane evin geri dönüşümü mümkündür ama bir milletin ve bir devletin geri dönüşüme uğratılması, topyekûn yok olmaktır.
Türk Milleti, Atatürk’ü kullanan bir kısım kriptolara, İslam’ı kullanan ama hiçbir kutsal tanımayan Cumhuriyet düşmanlarına ve Kürt’ü kullanan geri dönüşümcü emperyalist yalanlara karşı hep tetikte olacaktır.
Kurtuluş ve kuruluşun tek adresi laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti felsefesidir. Bu felsefe, ne İslam’ı, ne Atatürk’ü ne de Kürt’ü geri dönüşüme kurban vermemektir.
Türk Milleti’nin varlığına, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına ve bağımsızlığına kasteden dinci ve ırkçı terör örgütleri metruk viraneler olarak kalmaya mahkum olacaktır ve İstiklal Harbi’nde olduğu gibi, her defasında tarihin geri dönüşüm mezarlığına gömüleceklerdir.
Şahin Bey, harika yazınız için kutlarım. Bu soysuzları geri dönüşüm mezarlığına gömebilmemiz için, onları bu olanaklara kavuşturan; bize benzeyen ancak bizden olmayan maalesef bizleri yönettiğini zannettiğimiz işgalcilerimizi iyi tanımalı, daha doğrusu içten işgali kabullenmeli ve ona göre davranmalıyız. Yapılması gereken en acil şey yurtseverlerin birlikte hareket etmesini sağlamaktır. Hala parti kuranlar ve BİRLİKTE hareket etmeyi engelleyenler gerçek suçlulardır. Saygı ve sevgilerimle