Şahin Filiz
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Manşet
  4. Ulusal barışın iki düşmanı

Ulusal barışın iki düşmanı

featured

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” şeklinde, Anayasamızın 10. Maddesinde ifadesini bulan bireysel, toplumsal ve kültürel özgürlükleri “Türk milleti” kavramı etrafında anayasal güvenceye almıştır. Hangi dinden, ırktan, inançtan olursa olsun her Cumhuriyet ferdi, kendisini başkalarından ne üstün ne de öteki görecek şekilde kanun önünde eşitliğe kavuşturulmuş; tebaa ya da kul olmaktan kurtulmuş, “Türk yurttaşı” vasfını kazanmıştır. Türk yurttaşı dinsel ya da mezhepsel ayrıcalıkların veya ötekileştirmelerin nesnesi yapılamayacaktır. İnanmak-inanmamak, şu ya da bu ırktan olmak ya da olmamak ne lehte ne de aleyhte, birey için  herhangi bir sonuç doğurmayacaktır demektir. Ağalık, şeyhlik, siyasi imtiyazcılık, nepotizm, bölgecilik veya aşiretçilik karşısında Türk yurttaşlığı belirleyicidir, egemendir ve kanun nazarında mutlak ve tartışmasız eşitliğin adıdır. 

Hiçbir din ve mezhep, hiçbir soy-sop ve hiçbir ırksal verilmişlik, Cumhuriyet yurttaşlığının önüne geçemez. Çünkü din ve ırk, kazanılmış değil, verilmiştir.  Din ve mezhep, kişinin emekle kazandığı bir ayrıcalık ya da ödüllendirilmesi gereken bir kazanım olmadığı gibi, şu ya da bu ırktan gelmiş olmak da ötekileştirilmeye müstahak ya da imtiyaza layık olmak değildir. İşte Cumhuriyet rejimi, mevcut Anayasada bu ulusal ve uluslararası insan hakkını vurgular.

Umberto Eco’nun deyimiyle 1000 yıldan uzun süren Orta çağlar boyunca her üç Sami dinde kadının “ne kadar insan” olduğu tartışılırken Cumhuriyet rejimi, bu ve bununla ilgili başka maddelerde bu tartışmalara kesin olarak son vermiş ve kadın ile erkeği mutlak surette eşit saymıştır. Üstelik dünyada seçme ve seçilme hakkı en önce Türk kadınına tanınmıştır.

Eşitlik yalnız vatandaşlar arasında değil, cinsler arasında da böylece garantiye alınmıştır. Bu eşitlikten kim ve neden rahatsız olur? Ya cahildir ya görevlidir.

İlk dört ve 66. Maddeler, bu eşitliğin dayanağıdır. Neden? Bayrağı, başkenti, ulusal kimliği, tarihsel ve kültürel birikimi, Türk dili, vatanlaştırılmış toprak parçası ve  halkının kader birliği gibi temel olgular sağlam bir altyapının öğeleridir. Bunlar olmadan eşitlik ve özgürlükten söz etmek havanda su dövmektir. Türk kimliği varoluşsal koşuldur ve bu kimlik olmadan hiçbir alt ya da yan kimlik, bu topraklarda varlığını sürdüremez. Irk ve mezhepçilik oyunlarıyla devlet kurulmadığı gibi, beka da sağlanamaz.

Bütün bu anayasal gerçeklikler ortadayken, bu anayasayı hem de ilk dayanaklarından başlayarak değiştirmeye kalkmak, “Türk yurttaşlığı” tanımından “Türk”ü çıkarıp sözüm ona “eşit yurttaşlık” tan dem vurarak yeni anayasa arayışına girmek, devletin bütün sütunlarını yerle bir etmektir. 

Daha kendi içindeki kadınlara en ufak saygısı olmayan bu çevreler, “eşit yurttaşlık” yalanıyla Cumhuriyet’e meydan okuduklarını kamufle etmeye çalışıyor. PKK terör örgütü ve Hizbullah sicilli Hüda Par, görüntüde farklı ama içten içe aynı etnikçi-mezhepçi yobazlığın, gericiliğin ve ilkelliğin taraftarları olduklarını artık açık açık beyan ediyor. İlki kadının eline silah verip onu ülkesine karşı terörist olarak kullanmakla kalmayıp örgüt içinde tecavüz malzemesi olarak aşağılıyor; ikincisi de aynı köleci ve aşağılayıcı muameleyi din adına ovada gerçekleştiriyor. Tam bir Orta Çağ gericiliğinin etnik ve mezhepçi ittifakına hayretle tanık oluyoruz. Öyle utanmaz, öyle arlanmazlar ki bir de kalkıp “eşit yurttaşlık” nakaratıyla ülke gündemini saptırıyorlar. Kadınlar ellerinde ölümlerden ölüm, zulümlerden zulüm beğenerek cehennem hayatı yaşarken hallerine bakmadan Türk milletine uygarlık dersi vermeye cür’et ediyorlar. 

Ulusal barışımızın iki amansız ve tedavisiz düşmanı etnikçilik ve mezhepçiliktir. Ortadoğu’da olup bitenlerden ders almalarını beklemek boşunadır çünkü bedenleri Cumhuriyet’te yaşarken ruhları tam olarak Orta doğuludur. 

ABD Başkanı Trump, “Türkiye’yi Avrupa ülkesi değil, bir Orta Doğu ülkesi olarak değerlendirmenin zamanı geldi” mealinde bir açıklama yapmış. Doğru ya da yanlış, bizim bu etnikçi ve mezhepçi ilkeller yüzünden Avrupa’dan uzaklaşıp Orta Doğu’ya doğru koştuğumuz bir sır değil. Kafamız oraya koşarken, “Avrupa’ya kesin üye olmak istiyoruz” diyen bazı siyasiler de dillerinin ucuyla güya Avrupa’ya koştuğunu iddia ediyor. 

Ne var ki, etnisite ve mezhepçilik üstünden siyaset yaparak Türkiye’nin yönünü kafa ve ruh olarak Ortda Doğu’ya çevirmek için Cumhuriyet’e ve anayasamızın milli birliği sağlayan maddelerine karşı bir kısım siyasiler cephe almakta; bu yolda Anayasa değişikliğinin hemen, bir an önce, derhal yapılması için adeta kendilerinden geçmektedir. Sanki ardlarından emperyalizmin atlıları kovalıyor!

Etnikçilik ve mezhepçilik, Irak ve Libya’dan sonra Suriye’yi hedefe koymuş bulunuyor. Suriye’deki “geçiş” aşamasının başkanı Ahmed al-Şara, SDG terör örgütü lideri Mazlum Abdi ile devlet protokolü yaparak anayasal bildirgeyi imzaladı. Şimdilik Suriye Arap Cumhuriyeti adı verilen taslakta;

Güçler ayrılığı

Özgürlüklerin korunması

Yargı erkinin bağımsızlığı ve tarafsızlığı

Devletin toprak ve halk birliğine saygıyla bağlı kalması

Mülkiyet hakkını, kadınların eğitim ve çalışma hayatına katılım hakkını güvence altına alması ve siyasal haklarını garantilemesi

Daha önce onaylanmış insan hakları anlaşmalarına bağlı kalacağını

Hükme bağlıyor.

Bu hükümlere bakınca görüntüde kimsenin itiraz edemeyeceği bir tablo ile karşılaşıyoruz. Ne var ki protokol imzalanır imzalanmaz, ülkenin çeşitli yerlerinde etnik ve mezhepsel katliamlar bütün vahşetiyle başladı. Bu ilkeler protokolde yazılı olarak kaldı ve pratik, hepsini yerle bir etti. Şaşırtıcı değildi çünkü hemen hemen Taliban da benzer sözler vererek yönetimi devralmış ve ardından kendileri gibi “Müslüman” olmayanlara ülkeyi dar etmişlerdi. Böyle de sürüp gidiyor. Kadınların durumu daha  vahim hale geldi. Afganistan’da kadınların okula gitmesi “İslami kurallar gereği” yasaklandı. 

Suriye’de de benzer pratikler erkenden baş gösterdi. Mezhepçi ve etnikçi pratikler, protokolde yazılanları fiilen ortadan kaldırdı. Kadınlara henüz sıra gelmemiş olmalıdır. Neden mi?

Bu bildirgede Cumhurbaşkanı’nın Müslüman olması ve yasama için birincil kaynağın İslam hukuku olarak belirlenmesi koşulu getirilmiş. Bu iki hükme göre Suriyeli kadınların işi çok kolay olmayacaktır. 

Sadece bu mu? Elbette değil. Devlet başkanının “Müslüman” olması ve “İslam Anayasası” koşulları başlı başına bir handikap oluşturuyor. Bu maddeler, daha önce sayılan ve bir dereceye kadar laik, sosyal bir hukuk devleti görünümünü andıran bütün maddeleri geçersiz kılıyor. 

Bir devleti yönetebilme yeteneği ile Müslüman olmak arasında nasıl bir özdeşlik olabilir? Hele bu Müslüman bir de Colani gibi, sicili baştan başa şaibeli; Türkiye ve ABD tarafından hala terörist kabul edilen bir suçlu ise, bütün protokol çökmez mi? Neredeyse 12. Yüzyıldan beri yani 900 yıldır içtihat kapısını hayata kapayan bir İslam hukuku, Yapay Zekâ teknolojileri, gelişmiş tıp bilimi, transhümanizm gibi çağını aşan ilerlemeler karşısında 21. Yüzyıl Suriye halkının hangi sorununu çözebilecek bilimsel, kültürel, hukuksal ve siyasi esnekliğe sahip olabilecektir? İslam hukuku ve onun örgütlü biçimi olan İslam Şeriatı ile İslam dinini cahilce ya da kasten birbirine karıştıran siyasi egemenler, emperyalistlerinden hipnozundan bir an için kurtulmuş olsa, İslam dininin birleştirici, barışçıl ve insani yönünü öne çıkarırdı. Ama körlük çok derinlerdedir. İhaneti aşmış, misyon haline gelmiş bir Büyük Ortadoğu Projesinin yürütücülüğü söz konusu iken kendi milletlerini ve toplumlarını düşünecek ne ruh ne akıl ne de vicdan kalmıştır.

Orta Doğu, kendi aklıyla düşünmeyi 900 yıl önce bıraktı bırakalı iflah olmamıştır. Selefi cihatçı terörist Al-Şara ile etnikçi terörist Abdi’nin ortak protokole imza atması, Türkiye’de, birbirini boğazlayan Hüda Par ile PKK yandaşı sözde sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelip  ortak çalıştay kararları alması birbirine ne çok benziyor, değil mi? Her iki ülkede olan bitenlerin paralel seyretmesi, aynı emperyalist güç odağının işi değil midir?

Emperyalizm tarafından bazen aynı masaya oturtulan, bazen birbirine kırdırılan, sonra tekrar “barış ve kardeşlik” masasına çağrılan ve sonra tekrar aralarına nifak sokulup sil baştan savaştırılan taraflar, anlaştırılmış gibi görünse de imza altına aldıkları metne muhalefet çoktan başlamıştır. Abdi, Arap Cumhuriyet’i ibaresine karşı olduğunu açıklamış. Suriye Cumhuriyeti olsun demiş. Peki, o halde Türkiye Cumhuriyeti ibaresinin nesine karşısınız? Sorsan, yanıtını efendilerinden alabilirsin. 

Esad, elbette kirli geçmişi olan ve halkına zulmeden bir liderdi. Ancak Suriye şimdi ne yazık ki onu bile arayacak kanlı bir kaosun içine yuvarlanmış durumdadır. Bunun nedeni, etnik ve mezhepsel çatışmalardır ve bu çatışmalar kolay kolay biteceğe benzemiyor.

Türkiye Cumhuriyeti, bütün mezhepsel, dinsel, ırksal ve kültürel farklılıkları “Türk kimliği”nin kuşatıcı, kucaklayıcı ve himaye edici eşitlikçi bütünlüğü içinde bir araya getirmişken, iktidardan ve muhalefetten bazı siyasilerin, her söze “Kürtler, Araplar, Türkler, Çerkesler…” diye başlamaları, Türk milletini olabilecek en küçük parçalarına bölmeye hizmet etmekten başka hiçbir anlam taşımaz. Türk milleti, her türlü etnik ve mezhepsel farklılığı aşan hukuksal bir eşitliğe sahip olduğunun bilincindedir. Bu bilincini yüzyıllardır pratikte de kanıtlamıştır. Türklük yalnız bir ırk değil, aynı zamanda tarihsel, toplumsal, kültürel, siyasal ve dilsel bütünlüğün adıdır. Bu kimlik dışında hiçbir kimlik Türkiye’yi mevcut koşullarda ve dahi gelecekte bir arada tutamaz. 

“Apo şeytanı açılımı”, Türk milletini yalnız etnik gruplara ayırarak parçalamaya değil aynı zamanda dinsel ve mezhepsel ayrışmaları kışkırtmaya da hizmet edecektir. Bu açılımı desteklemenin sonu yoktur. “Hanefiler, Malikiler, Şiiler, Caferiler, Sünniler, Aleviler, Ezidiler, Süryaniler…. (bunun sonu yok, sayamazsınız, yüzlerce tarikat ve cemaatleri anmıyorum bile)” diyerek söze başlayanlar olursa ve böylece  etnik ayrımcılık bir de mezhepsel ayrımcılığa yol açarsa hiç şaşırmayın. 

O halde, Anayasamızın söz konusu maddeleri ve o maddelerin anlam örgüsü içindeki diğer maddeler, etnik ve mezhepsel ayrışmaların önünde sağlam bir duvar gibidir. Bu duvarı tahrip etmek, ülkemizi sonu gelmeyen ayrışmalara savuracaktır. Cumhuriyet rejimi, Türk milletini bir arada tutan bir kaledir.

Türklük, her türlü etnikçiliğe ve mezhepçiliğe karşı en temel güvencedir. Sorun Kürtler değil, Kürt yurttaşlarımız adına ahkam kesen kasaba siyasetçileri ile bölücü terör yandaşları asıl sorundur. Apo şeytanı açılımı, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nde değil Kürt yurttaşlarımızın ensesinde de boza pişirmektedir.

Türk yurttaşı Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti’dir. Sınırlarımız dışındaki Kürtlerin bile büyük çoğunluğu bu Cumhuriyet’in değerini, Kürtler adına konuşan Kürt istismarcısı siyasilerden çok daha iyi bilmektedir. 

“Kürtlere devlet vadediyorum”, “Kürtler bu devletin kendilerine ait olduğu hissetmeli” diyenler, en az “Büyük İsrail” için sınırımız dışındaki Kürtleri kullanan emperyalistler kadar şaibelidir.

Abonelik

VeryansınTV'ye destek ol.
Reklamsız haber okumanın keyfini çıkar.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Veryansın TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya abone olun!

KAI ile Haber Hakkında Sohbet