Ahmet Müfit yazdı…
ABD seçimi, yeni açılım adına Cumhuriyetin kurucu değerlerinin siyasiler ama en önemlisi, Atatürk’ün partisi olmayı aslında 1939’dan sonra adım adım bırakmış olsa da Atatürk’ün partisi olduğu iddiasını her zaman tekrar ederek, Atatürkçüleri siyaseten konsolide eden CHP’den gelen, kurucu değerler ve Cumhuriyetin ilk anayasasında yer alan nitelikleri, başta üniter devlet olmak üzere değiştirmeye talip olduğunu belirtir açıklamalar tüm gündemi doldursa da, ben bu yazıda en az onlar kadar önemli olduğunu düşündüğüm, bir başka konuya değineceğim.
Beni bu konuyu ele almaya iten şey yukarıda da belirttiğim gibi gündemdeki konuların önemsizliği değil, bu konuların gündeme gelmesinin de sebebi olduğunu düşündüğüm, ilk bakışta çok sıradan görünse de, aslında neoliberal dönemde devletin ve siyaset kurumunun yapısında yaşanan deformasyonu ortaya koyan haberler.
İngiltere ile ilgili olan ilk haberin başlığı; “O’Neill: İngiltere bütçe konusunda piyasayı ikna etmeli.” Söz konusu habere göre, Ekonomist Jim O’Neill, harcama kararlarına yönelik şüphelerin geçen hafta İngiltere’nin borçlanma maliyetlerinin yükselmesine neden olmasının ardından, piyasaların İşçi Partili Maliye Bakanı Rachel Reeves’in ilk bütçesinde ortaya konan yatırım planları konusunda hâlâ ikna edilmeye ihtiyacı olduğunu söylemiş.
Türkiye ile ilgili haberlerin içeriği de benzer yani piyasanın ikna edilmesi ile ilgili. Ülkemizden ilk haberin kaynağı, Türkiye ile ilgili kredi notu yani borç verenlere yönelik olarak, ülkelerin risk oranlarını (notlarını) belirleyen, büyük kısmı ABD’de kurulmuş, ABD sermayeli kredi derecelendirme şirketlerinden biri ve aşağıda sizlerle paylaştığım alıntı, ne demek istediğimi çok net ortaya koyuyor. “S&P’den asgari ücret yorumu: Beklentimiz yüzde 30” başlıklı habere göre, S&P Global Ratings Kıdemli Direktörü Frank Gill, ‘Beklentimiz, asgari ücretin muhtemelen enflasyon hedefi ile geçen yıl ve bu yılın sonundaki enflasyon arasında bir ortalamada artırılması yönünde. Bu yılsonunda enflasyonu yaklaşık yüzde 44 olarak öngörüyoruz. Yani yüzde 44 ile hedef olan yüzde 17’nin ortalaması yaklaşık yüzde 30’ diye konuştu. Bakmayın beklenti demelerine, aslında sopa gösteriyor. Dediğimizin dışına çıkarsan, o gıdım gıdım artırdığımız, sizin de arttı diye övündüğünüz o notlar geriye gider diye tehdit ediyor. Neyse biz yine de “iyi niyetimizi” bozmayalım. Türkiye’nin iyiliği için söylediklerini varsayalım.
Ülkemizle ilgili ikinci haberin kaynağı ise doğrudan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı. “TCMB Başkanı Karahan’dan yatırımcılara asgari ücret mesajı” başlıklı habere göre, TCMB Başkanı Fatih Karahan ABD’de yatırımcılara yüzde 25’lik asgari ücret artışının enflasyon görünümüyle tutarlı olduğu mesajını vermiş. Asgari ücretle çalışanların alacağı zammı S&P’nin beklentisinden de geri çekerek vermiş mesajını “piyasaya”.
Bu, çok da iyi niyetle geçiştirilebilecek bir konu değil. Bir ülkenin Merkez Bankası Başkanı, niçin, ülkenin çalışanlarının alacağı ücretin ne olacağı konusunda -ki ülkemizde asgari ücret neredeyse temel ücret- yabancı para satıcılarına -yatırımcı denilse de gerçek bu- açıklama yapma, mesaj verme gereği duyar diye sorup devam edelim.
Özellikle piyasa kanalları ve piyasanın esiri olmuş siyasetçilerin konuşmalarıyla sıradan bir durummuş gibi algılansa da; biz yine de soralım. Siyasetçiler, eskiden halkı ikna etmekten bahsederlerdi. Şimdi ise ikna edilmesi gereken esas kesim, gerçek güç haline gelmiş, devletleri ve siyaseti esir almış, resmen olmasa da fiilen kontrol eder hale gelmiş olan “piyasa” yani finans ve teknoloji şirketleri koalisyonunu. ikna etmekten bahsediyor olmalarında bir gariplik yok mu?
Sorunun yanıtını yine yapacağım bir alıntıyla vermeye çalışacağım. Yapacağım alıntı, 2008 krizinde çok kötü yönetildiği için batma noktasına gelen ancak “batırılamayacak kadar büyük” olduğu için batırılmayan ABD’li bir yatırım bankasından ithal edilip, hem Avrupa Merkez Bankasının başına, hem de İtalya Başbakanlığına layık görülen Mario Draghi’nin, İngiliz Financial Times gazetesinde yazdığı bir makaleden. Beyefendiye göre, AB ülkeleri ve AB yönetiminin yapması gereken şey, İngiliz Hükümetinin yapmaya çalıştığı şeyleri örnek alması yani, harcamaların kalitesini güvence altına almak için yapılan işlemlerin “bağımsız otoriteler”-sizce kim bu bağımsız otoriteler ve sizce kimlerden ya da neden bağımsız- tarafından onaylanması. Farklı bir ifadeyle, kamunun mali işlemlerinin, yatırımlarının siyasetin değil, “bağımsız otoritelerin” kararı ve denetimiyle yani siyaset devre dışı bırakılarak, kamu yönetiminin fiilen bu “bağımsız otoritelerle” paylaşılması, paylaşılmakla da kalınmayıp, onların onayı ve denetimiyle gerçekleştirilmesi. Daha da açık ifade edersek, halkın tercihlerinin ve temsili demokrasinin gereği olarak halkın tercihlerinin sözcüsü olan/olması gereken siyasetin devre dışına çıkarılması yani demokrasinin fiilen askıya alınması.
Project Syndicate isimli, Daron Acemoğlu dahil, neoliberal dönemin bir çok starının yazılarını yayınlayan ve kendisini “Project Syndicate, küresel bir kitleye özgün, yüksek kaliteli yorumlar üretir ve sunar.” diyerek tanımlayan yayın organının, Trump’ın seçilmesi sonrasında, “Donald Trump ve Cumhuriyetçiler özgür ve adil bir seçimi kesin bir şekilde kazandılar. Demokrasi, seçmenlerin en tutkulu endişelerini yakalamada çok iyidir” dedikten sonra. “Ne yazık ki, demokrasi endişeleri vurgulamada iyi olsa da, en iyi çözümleri üretmede mutlaka iyi değil” diyerek, verdiği mesaj da farklı değil.
İlginç olan ise, bu önerilerin benzerinin, Bloomberght’ye verdiği mülakatta, Trump’ın seçim başarısı sonrasında, “kurumlar” adı altında, taze Nobel’li Daron Acemoğlu tarafından ABD ve tabii ki tüm dünya için öneriliyor olması.
Olayı daha da ilginç hale getiren şey ise, gerek Draghi gerekse Acemoğlu’nun sözlerinin, Project Syndicate’de yer alan yorumun kaynağının, Tarihin Sonu fikriyle, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin başta gelen fikir babalarından olan Froncis Fukuyama’nın Ağustos 2023 tarihli, “In Defense of the deep state”, Türkçe ifade edersek “derin devletin savunması” başlıklı makalesindeki önerilerle büyük benzerliği.
Sonuç olarak, 50 küsur yıla yaklaşan, neoliberal küreselleşmeci dünya düzeninin inşası macerasının sonunda, demokrasi ve özgürlük denilerek gelinen nokta, egemenliğin, halktan ve onu temsil ettiği varsayılan siyaset kurumundan alınıp, fiilen piyasaya yani finans ve teknoloji şirketleri koalisyonu ve onlar adına çalışan, sözde bilim adamları, piyasa aktörleri ve piyasanın isteklerine duyarlı bağımsız düzenleyici kurumlar ile uluslararası kuruluşlara devredildiği bir diktatörlük. Pardon yeni nesil “demokrasi” diyecektim.
https://www.bloomberght.com/draghi-den-ab-ye-ingiltere-den-mali-anlamda-alinacak-dersler-var-3733622
https://www.researchgate.net/publication/373404319_In_Defense_of_the_deep_state