Eray Çelebi yazdı….
Atalarımız ne güzel söylemiş;
Güneş balçıkla sıvanmaz.
Herkesin bildiği bir gerçeği yalanlarla değiştirmek mümkün değildir.
Gerçek çıplaktır, hiçbir örtü gerçeği gizleyemez.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı çağrıyla başlayan sürecin hemen ardından PYD’yi gölgeleyen, PYD’nin devletleşmesine olanak sağlayacak, Suriye’yi federasyona iten sözde PKK’yı tasfiye planına dikkat çekmiştik.
Öcalan’ın çağrısından sonra aldanmak isteyen budalalar dışında kimsenin aklında soru işareti kalmadı. Çağrıda Suriye’de yaklaşık 100 binden oluşan milis gücüyle, Amerika tarafından eğitilen ve donatılan, HTŞ’nin Şam kontrolü sonrası İsrail’in bölgede kilit aktörü haline gelen PYD yoktu.
Süreci yönetenlerin ellerinde kalan tek şey ‘Türkiye’de terörist sayısı kalmadı’ dedikleri PKK’nın feshiydi. Dezenformasyon çarkı hemen devreye girdi;
Öcalan’ın büyüttüğü Mazlum Kobani Suriye’de özerklik pazarlığı yaparken, Öcalan’ın kendisi ‘beyaz bayrak’ çekmişti, devletimiz teröre diz çöktürmüştü!
İşin acısı, ‘Al PKK’yı, ver PYD’yi’ pazarlığını dahi yapamadılar.
‘Pazarlık yok, PKK ile müzakere yapılmadı, taviz verilmedi’ derken ‘silah bırakma’ çağrısından gelen ‘not’, sürecin tam da tahmin ettiğimiz gibi işlediğini gösteriyordu.
‘Sonuna kadar Apo’cu olacağım’ diyen Sırrı Süreyya Önder, Öcalan’ın açıklamasını okuduktan sonra ağzından baklayı çıkarıverdi;
“Öcalan’ın önemli bir notunu da paylaşmak istiyoruz. Öcalan ‘Şüphesiz silahların bırakılması ve PKK’nın kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutların tanınmasını gerektirir’ notunu bize iletti.”
Öcalan ‘silah bırakmayı’ açıkça, ‘hukuki boyutların tanıması’ şartına bağladı.
Bu ‘şart’ tabii ki AKP’nin bilgisi dahilindeydi. Hatta T24’ten Murat Sabuncu bu ‘şart’a devletin de onay verdiğini söyledi. Sabuncu’ya konuşan DEM Parti’den üst düzey yetkili ‘Not konusunda da bir mutabakat vardı.” dedi.
Peki nedir bu ‘hukuki boyut’?
‘Öcalan aslında ne istiyor’ başlıklı yazımda da anlatmıştım. Yeni detaylarla yeniden ifade edelim.
Elebaşının ilk talebi KCK yapısının kanun içine alınması.
‘YASA ÇIKMAZSA BEN PKK’YI TASFİYE Mİ EDEYİM?’
7 Haziran 2013 tarihinde İmralı heyeti ile görüşen Öcalan, şu ifadeleri kullanıyor:
“Heyet, süreç hızlanmalı diyor. Haklı olabilirler. Normalleşme bütün KCK yapısını kanun içine almaktır. Bunu bir türlü anlamıyorlar. Peki, şiddet tümden nasıl duracak, bu çelişki değil midir? Kanun dışındakini kanun içine almadan nasıl yapacaksınız? Daha önce bu geri çekilme yasası için de böyle yaptılar. Bunu Meclisten çıkarmak zordur dediler. Yasa çıkmazsa ben PKK’yi tasfiye mi edeyim?”
Öcalan PKK’yı tasfiye şartını, KCK yapısının kanun içine alınmasına, yasa çıkmasına bağlamıştı. 12 yıl sonra bunu ‘hukuki tanıma’ olarak adlandırıyor.
Öcalan’ın talebi, devlet yetkililerinin de yer aldığı İmralı görüşmelerinde farklı tarihlerde defalarca dile getirildi;
“Tabii eğer tümüyle normalleşme olacaksa, benim büyük kongreyi bizzat toplayıp Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi tümden bitirdik demem lazım. Yasa çıkaracaklar, biz de yasanın içine dahil olacağız.”
“(PKK’lılar) Silahlı mı gelsinler? Yasa çıkarmazsan olmaz. Karakola gitsinler, ebedi mahkumiyeti mi yesinler? Savcı karşılayamaz, şuç işler; hakim yargılayamaz, suç işler. Asker vurur, vurmazsa suç işler.”
“Ben de bu isyanı sonlandıracak kişiyim. Bu nedenle parlamentonun beni nasıl tanımlayacağı önemlidir. Düşünsenize, ağır cezalık bir mahkum parlamentonun gündemine gelecek bir öneri sunuyor! Bunu hangi sıfatla yapıyorum, bu yasal mıdır? Hayır, suçtur. Bu yasadışılığın bir şekilde giderilmesi gerekecek.
“İlkede silahlı mücadeleye son vermeye karşı değilim. Ama yerine ne koyacağız? Parlamento rol almayacaksa, yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmayacaksa nasıl barış koşulları yaratılabilir?”
Öcalan’ın temel hedefi PKK’yı devletin tanımasını sağlamaktı. PKK’nın taraf olarak, devletin kayıtlarında yer almasını istemiş, terör örgütü meşrulaştırırken, daha sonra yargılanmamak için de hukuki güvence talep etmişti.
Sırrı Süreyya Önder’in dile getirdiği ‘ek şart’taki ‘hukuki boyut’un ilk maddesi bu…
TÜRK VATANDAŞLIĞI VE ANADİLDE EĞİTİM…
İkinci madde Türk vatandaşlığı tanımının değişmesi ve anadilde eğitim talebinin anayasada yer alması, yani PKK taleplerinin yer aldığı anayasa değişikliği. Öcalan bunu şöyle ifade ediyor;
“Vatandaşlık tanımı için şöyle öneriyorum: Anayasamız bütün tarihsel kültürleri Türkiye’nin bir zenginliği olarak kabul eder, kendisini geliştirme, özgürce ifade etme ve örgütleme hakkını tanır. İspanya Anayasasında da böyledir. Bu tanım vatandaşlık sorununu da, diğer birtakım sorunları da çözer.
Dil eğitimini tartışmıyorum bile.”
Binali Yıldırım Öcalan’ın silah bırakma çağrısından 3 gün sonra yaptığı konuşmada AKP’nin bu plana teşne olduğunu açıkça dile getiriyor;
“Vatandaşlık tanımı yeni anayasada elbette ki gözden geçirilebilir. Bir etnik kimliği tanımlamak, öne çıkarmak değil de vatandaşlığı, etnik kimliğinin kim olduğuna bakmaksızın vatandaşlığı önceleyen bir güncelleme yapılabilir. “
Bu konuda Özgür Özel’in ifadeleri sürecin başından bu yana anayasa temelinde ele alındığını belirtmesi açısından çok kritikti;
“Bir yıla aşkın süredir müzakere yürütülüyor. Anayasa Mahkemesi’nin bir üyesi, Yargıtay üyeleri, yüksek hakimlerin bulunduğu 20’nin üzerinde hukukçudan oluşan bir masa çalışmalar yapıyor.”
Çok net ifadeler… Bir AYM üyesi, 20’nin üzerinde hukukçu…
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı iddiaları reddetti. Ancak eski Akil İnsanlar Heyeti Üyesi Abdurrahim Semavi 26 Ekim tarihinde (Bahçeli’nin Öcalan’ı Meclis’e davet etmesinden günler sonra) sürecin 2023 yılı Mayıs ayında başladığını açıklamıştı. AKP, AKP üyesi Semavi’yi yalanlamadı.
***
ÖCALAN ‘ÖZERKLİK’TEN VAZ MI GEÇTİ?
Ve tabii ki özerklik! Gerçi devlete zaten ortak olmaktan bahsediyorlar. Vatandaşlık tanımında ‘Türk’ ifadesinin kaldırılmasından, çok etnikli bir yazım dilinden bahsediliyor. Bu özerkliği de aşan bir tanımlama. Ama ‘hukuki boyut’un hedeflerinden biri de yerinden yönetim.
Terörün Öcalan’ın çağrısıyla biteceğine inananlar, Öcalan’ın çağrı metnindeki ‘idari özerkliğin tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamadığına’ yönelik yaklaşımını ‘yenilginin ilanı’ olduğunu öne sürdü. Sanki terör örgütünün Suriye kolunun şu anda fiili bir özerkliği yokmuş gibi…
Oysaki bu yeni değil. 2008 ile 2015 yılları arasında, açılımın ilk devresinde de açılım destekçisi medya Öcalan’ın özerklikten vazgeçtiğini yazıp çiziyordu.
Öcalan buna tepkiliydi. Ama bugün olduğu gibi söz konusu dönemde de bu talebin Türkiye’de ciddi bir tepki yaratacağının da farkındaydı. Bunu ‘alerji’ diye tarif etmişti. O yüzden ‘özerklik’ talebini, Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılması olarak güncellemişti. Öcalan ‘Bu şerh kaldırılırsa mesele önemli ölçüde çözülür’ diyordu.
İmralı heyeti ile görüşen Öcalan, 21 Mart 2013’te yine silah bırakma çağrısı sonrası yaptığı 3 Nisan 2013 tarihli açıklamada ‘hiçbir şeyden vazgeçmediğini’ dile getiriyordu;
“…Basına yanlış şeyler yansıdı. Öcalan bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten, bilmem neden vazgeçti dediler. Ben hiçbir şeyden vazgeçmedim.”
“…Tarihi çatışma sürecini sona erdirdik dediysem barış oldu demiyorum, legal siyasete evrensel bağlılıktan ve mücadeleden söz ediyorum. Hiçbir şeyden vazgeçmedim. Ben sadece Demokratik Türkiye olmadan bunların hiçbiri olmaz, zamanı da değil, arabayı atın önüne koymayın diyorum.”
“…Peki, biz ileride ne yapacağız? Kürtler kendilerini özgürce ifade edecek ve yönetecektir. Şu anda (özerkliğin yer aldığı) yasa dayatırsak büyük alerji yaratır. İleride olabilir. Mesela Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı. Kaldı ki buna şerhi kaldırırlarsa bu mesele önemli ölçüde çözülür. “
Bu noktada, Ankara’dan açılım sürecine paralel, ‘Avrupa Birliği’ne dönük sıcak mesajların gelmesi, Erdoğan’ın sık sık ‘Avrupa Birliği’ne üyelik stratejik önceliğimiz’ ifadeleri dikkat çekmeye değer bir gelişme.
**
GERİ DÖNÜŞ…?
Biraz da ‘geri dönüş’leri konuşalım.
Nereden çıktı diyeceksiniz. Doğru, konu şu anda tartışılmıyor ancak kamuoyunun gündemine gelmesi sürpriz olmayacak.
İlk işareti PKK/KCK ile bağlantılı olduğu belirtilen GÖÇ-DER verdi. PKK ajansları tarafından servis edilen açıklama şöyleydi;
“Barış ve demokrasi sürecinin inşa aşamalarından biri de tartışmasız bir şekilde zorla yerinden edilen Kürt halkının sayın Abdullah Öcalan’ın yapmış olduğu çağrı ile başlayan bu süreçte kopmaz bağlar ile bağlı oldukları kadim topraklarına dönebilme yollarının açılmasıdır. Bu doğrultuda gereken adımların ivedi bir şekilde atılması gerekmektedir”
Öcalan İmralı görüşmelerinde bu sayıyı ‘3 milyon’ olarak ifade ediyor;
“Bu dönüş meselesi geri çekilmeden daha önemlidir. Üç milyon insan göç etmiş, bunlar yerlerine geri dönecekler şimdi. Binlerce silahlı korucu var, bunlar bir güçtür, bir savaş örgütlenmesidir. Bunun tamamen değiştirilmesi gerekir.”
Öncelikle… Kimin Türkiye dışına çıktığı, geri dönecek göçmenlerin kim olduğu zaten muğlak.
Ancak ‘silah bırakma’ çağrısına paralel PKK ile iltisaklı kurumlardan böyle bir talebin gelmesi anlamlı. Türkiye dışına çıkan vatandaşların suç işlemediyse geri dönmesinin önünde zaten ‘yasal’ anlamda bir engel yok. Anlaşılan GÖÇ-DER terörle iltisaklı kişilerin affını talep ediyor ve bunun ‘yüz binler’ olduğunu öne sürüyor. Geri dönüşlerle birlikte, Türkiye’de PKK bitti derken, bu sayıları 10’lu rakamlarla ifade ederken yeniden kritik illerde PKK’nın güçlenmesini sakın seyretmeyelim?(!)
Konunun daha kritik boyutu şu;
‘Açılım’ pazarlığında PKK’nın üst düzey yöneticileri Türk adaletine teslim edilecek mi? Farklı ülkelere siyasi mülteci olarak mı yollanacak? Ya da Öcalan’a bile umut hakkı konuşulurken, örgütün yönetim kadrosu Türkiye’ye getirilip siyasi bir figür olarak karşımıza mı çıkacak?
Çok uzak bir ihtimal olmadığından emin olun.
Zira İmralı heyeti 12 yıl önce ‘silah bırakma’ sonrası PKK’nın sözde kurmay kadrosunun adaylık ihtimali dışlamadığı gibi açıkça dile getiriyordu.
REMZİ KARTAL VE ZÜBEYİR AYDAR… ‘ADAYLIKLARI BİZE GÜÇ KATAR’
9 Ocak 2015 tarihinde yapılan görüşmede diyalog aynen şöyle;
Buldan: Başkanım, daha aktarmamız gereken birçok konu vardı. Fakat zaman kalmadı. Selahattin Beyin Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar’la ilgili bir mesajı var. Arkadaşların seçim öncesi Türkiye’ye dönmesi sürece katkı sunabilir diyor. Ayrıca adaylıkları seçimde bize güç katar. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyor.
KGM: Bu konuda herhangi bir sıkıntı yok. Biz araştırdık. İstedikleri zaman gelebilirler.
A. Öcalan: Hayır, bir ay sabretsinler. Ben gerekli çağrıyı gerektiği zaman yapacağım. Selamlarımı iletirsiniz.
PKK’nın yayınladığı tutanaklarda yer alan ‘KGM’ ifadesine dikkat… KGM, açılım sürecini yöneten Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nın kısaltması. PKK’nın Avrupa kanadındaki üst düzey iki ismin (Remzi Kartal, Zübeyir Aydar) dönmesi konusunda ‘İstedikleri zaman gelebilirler’ diyen KGM adına konuşan kişi aynı zamanda açılımın hükümet kanadındaki temsilcisi.
‘CEMİL BAYIK EYLEME Mİ KARIŞMIŞ?’
Yine Öcalan da İmralı heyetiyle yapılan farklı bir görüşmede benzer bir tarifte bulunuyor;
“Yine normalleşme sürecinde alt-üst kadro ayrımı yapmadan, eve dönüş yasası çıkarılmalıdır. Eyleme karışmamış üst kademe hariç, militanlara af falan diyorlar. Aslında eyleme karışmamış olanlar zaten üst kademedir. (Gülerek) Cemil Bayık eyleme mi karışmış? Ben hayatımda elime tabanca bile almadım. Böyle çelişki mi olur? Eylemi yapan zaten alt kademe militandır. Ondan sonra yavaş yavaş Mahmur’dan, Avrupa’dan gelişler olur.”
Öcalan’ın Cemil Bayık’la ilgili sözleri çok önemli. Bakarsınız PKK’nın yönetim kadrosu ‘eyleme karışmamış’lar kategorisine alınıp Türk siyasetine kazandırılır, ne dersiniz!
DEM PARTİ: ENTAGRASYON İÇİN YASAL DÜZENLEME YAPILMALI
BBC Türkçe’ye konuşan DEM Parti kurmayları tam da bu noktaya dikkat çekiyor;
“Örgüt kendini feshettikten sonra, üyelerinin hukuki durumuna ilişkin belirsizlik giderilmeli. Bunlar nereye gönderilecek? Çoğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, entegrasyonlarına ilişkin yasal düzenlemeler gerekli.”
***
PKK İÇİN SİLAH BIRAKMA SON DEĞİL BAŞLANGIÇ
Şu gerçeği çok iyi görmeliyiz.
PKK’nın silah bırakması terör örgütünün sonu değil. Aslında meşru hale geldikleri, yeni bir başlangıç.
Öcalan bunu İmralı tutanaklarında “Tamam, silahlı mücadeleyi bitiriyoruz dedik. Ama demokratik siyaset alanının muazzam görevleri var.” sözleriyle açıklıyor.
O ‘muazzam görevler’in içinde silah bırakma çağrısındaki ifadenin aksine özerklik de var. Yukarıdaki satırlarda da anlattığımız gibi bunu toplumda ‘alerji’ yaratacağı gerekçesiyle doğrudan özerklik olarak ifade etmiyorlar.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin kaldırılmasını istiyorlar. Ayrıca yerel yönetimlerde reform talep ederek, referandum hakkının tanınmasını istiyorlar.
Öcalan 18 Mart 2013’te “Anayasada üçüncü önerimiz ise bölgeler ve kültürlere kendilerini ilgilendiren konularda referandum hakkının tanınmasıdır. Aslında bu bir tür özerkliktir. Şimdi birçok ülkede bölgeler bu şekilde referanduma giderek kendi geleceklerini belirliyorlar. Bunlar anayasada olmalı, bununla birlikte yerel yönetimler reformu da yapılmalı. Bu şekilde yerel meclislerin ekonomi, yerel güvenlik, eğitim, kültür, sağlık vb. konularda söz hakkı olmalı. İşte anadilde eğitim de bu şekilde çözülür. Siz anadilde eğitimi getirip taleplerin başına koyarsanız tıkarsınız. Oysa anadilde eğitim işte yerel yönetimin yetkisine bırakıldı mı, onu sen çözersin zaten.” ifadelerini kullanıyor.
Anlayacağınız kulağı tersten gösteriyorlar. Özerklik talebi kalıcı, sadece yol farklı.
***
Açılım dayattığı tehlikeler çok boyutlu.
Dünyada Trump’ın başkanlığı sonrası ‘Ukrayna’ zirvesiyle de ortaya çıkan ABD-AB ayrışması, Atlantik’teki bölünme konuşulurken; fırsatlardan yararlanacağımıza, Batı’nın eğitip donattığı PYD’yi sürecin dışına iten açılıma destek vermemiz isteniyor.
‘Üçüncü Dünya Savaşı’nın yüksek sesle konuşulduğu bir dönemde, iç cephenin belirleyici olduğunu bilen bizlere; yukarıdaki satırlarda dikkat çektiğimiz, ‘geri dönüş’lerden ‘hukuki boyut’a, ‘vatandaşlık’ tanımından anadile Türkiye’de kaos doğuracak düzenin birleştirici olduğunu anlatıyorlar.
Açılım/saçılım yapanların, Ortadoğu’daki teröre teslim olanların Beyaz Saray’da karşılaşacağı manzarayı Zelenskiy’den ders almayanların Türkiye’ye zarardan başka bir şey veremeyeceği açık.