Muharrem Karanfilci yazdı…
Son günlerde, ülkede yaşananları, bir kurgu kitabında, ya da bir korku filminde izlemiş olsak çok abartılı olmuş der, güler geçeriz. Hatta bunu başarısız bile buluruz. Ülke olarak adeta cinnet geçiriyoruz. Çürüme, yozlaşma toplumun her kesimine sirayet etmiş durumda…
Bir müsabakadan sonra, yöneticiler, görev ve sorumluluk bilincinden son derece uzak, televizyonların karşısında küfür ve hakaret ederek açıklamalarda bulunabiliyor. Milyonlarca kişinin önünde, bunu yaparken de arkadan insanlar alkış tutabiliyor. Nasıl olsa toplum bunları kaldırır değil mi? Toplum buna alıştı değil mi?
Tanrı insanı yaratırken, güzelliği ve zarafeti kadına, gücü de erkeğe vermiştir. Güç bende diyerek, sokak ortasında ya da her nerede fırsatı bulunursa, onlarca kadını katledebiliyoruz değil mi?
Ya çocuklarımıza ne demeli… Cennet ülkemin, cennet kokulu bebeklerine ne demeli… Gülüşlerinde umudu, bakışlarında masumiyeti öldürmeye nasıl kıyarsınız. İçinizde hiç mi sevgi kırıntısı yok. Hiç mi ar, hayâ kalmadı. Şeref, sadece bir stadyumun adı mıydı? Yoksa haysiyet; hidayete mi erdi?
Ya can dostlar… Bu memleketimin dört ayaklı hayvanları… Katline ferman çıkaran vicdanlar, hiç mi bir köpeği sevmediniz, hiç mi bir kedinin başını okşamadınız, hiç mi gökyüzüne bakıp, kuşların cıvıltısını dinlemediniz? Gözünüzde, elinizde hep mi kan vardı?
Binlerce şehidimizin kanına girmiş, bebek katilini affedip, meclise sokmak ne ola ki… Siz hangi milletin, milliyetçiliğine soyundunuz?
Sokaklar güvende mi ki? Beyzbol sporu, sahalardan çok, arabalardan çıkan sopaları ile anılır olmuş. Köşe başları çetelerce tutulmuş, uyuşturucu satıcıları pazar çığırtkanlıkları nidasında… Gençlerimiz neyi umut eder olmuş… Şiddet her yerde kol geziyor.
Elbette bunların hepsinin temelinde liyakatsizlik, hukuk tanımazlık ve ekonomik çöküntü var. Ağır vergilerle, belini doğrultamayan, umudu çalınmış bir halk var. Yöneticiler kendi koltuklarını koruma çabası içine girmiş. Millet kimsenin umurunda değil. Ülke cehennem girdabına hapsolmuş durumda… Gemisini kurtaran kaptan derken, gemi su alıyor, bihaber…
Gemi demişken, eski gemiciler bilir. Gemiciler, gemiden fareyi temizlemek için, gemideki bir fareyi canlı olarak yakalayıp, boş bir tenekeye koyarlar ve günlerce aç bırakırlar. Sonra bir gün yakaladıkları küçük fareyi, bu farenin yanına koyarlar. Günlerce aç kalan fare, yeni konulan fareyi yer.
Sonra bir daha, bir daha derken, yamyam bir fare elde ederler. Bu fare de günden güne semirmiş ve kuvvetlenmiş bir fare olur.
Sonra yamyam fareyi, geminin içine salarlar. Şimdi ortada aynı diğer fareler gibi görünen, güçlü kuvvetli bir fare vardır. Üstelikte yamyamdır. Bu fare rahatlıkla diğer farelerin yanına sokulur ve yakaladığı fareleri yer. Böylece gemi farelerden temizlenmiş olur.
Ancak, doğanın kanunu da vardır. Sürekli yeni fareler türeyecektir.
Bakalım, bu yamyam fareler birbirlerini ne zaman yiyecek? Bunu da yakın zaman gösterecektir.